Komedi bıçak sırtındadır büyük ciddiyet gerektirir
Tiyatro dünyasından ekrana geçen okullu oyunculardan Binnur Kaya... Yabancı Damat dizisinin Nazire’si, komedi, oyun ve gerçek hayat arasında, Ankara’dan İstanbul’a uzanan tek kişilik yolculuğunu ve yaşadıklarını anlattı
Binnur Kaya 1972 yılında babası spor muhabiri Mustafa Kaya yılın en iyi gazeteci ödülünü aldığı sırada doğmuş ve evin uğuru sayılarak büyümüş. “Çocukluğumun bütün kokuları Ankara’da” diyor. Bilkent Üniversitesi tiyatro bölümünü bitirdikten sonra İstanbul’a gelmesinin sebebi ise aşk! İstanbul’a öyle aşık ki Ankara’dan, “İstanbul’un saçlarını taramak için” geldiğini söylediğinde gözleri buğulanıyor. İşte Binnur Kaya’nın 1995 yılında başlayan, tiyatro ve dizilerle devam eden oyunculuk ve İstanbul macerası...
- Ekranda izleyenlerini güldüren bir kadınsınız... Peki hayatta durum nasıl?
Komedinin çıkışı bu duygusallıkmış gibi geliyor bana. Komedi ciddi bir iştir. İzleyenler için öyle görünmeyebilir ama... Uymak zorunda olduğumuz bir senaryo, bizden ortaya konması beklenen şeyler var. Dolayısıyla kamera karşısına geçip kafamıza göre komiklik yapmıyoruz. Çok fazla disiplin gerektiren bir iş yapıyoruz. Komik olacağım derken komik duruma düşmek de var. O yüzden bıçak sırtında bir iştir. Büyük ciddiyet gerektirir.
- Ağlatan olmak daha mı zor?
Oynadığım karakterlerden memnunum, ayrıca seçenekler benim elimde değil. Benim en büyük lüksüm bana sunulanların içinden seçim yapmak. Bana oyna dendiğinde, işimi yapar oynarım. Hangi mesleği yapıyor olursam olayım, bizi kurtaracak şey çalışmaktır; bunu biliyorum. Yalnızlığımızı da dağıtacak şey budur. Ancak başarısız olma hakkım da var, her insan gibi. Farklı bir karakter oynayıp başarısız da olabilirim, bu benim için sorun teşkil etmez. Bu işi severek yapıyorum, ayakta kalabilmek için hırsla çalışıyorum. Başarı büyük bir lükstür severek yaptığınız işte... Başarısızlık da deneyimi getirir, o yüzden korkunç bir şey değildir.
İSTANBUL SOKAKLARINDA YOLUMU ZOR BULURDUM
- İlk iş deneyiminiz nasıl oldu?
Bakırköy Belediye Tiyatrosu’na girmiştim. Bir süre orada çalıştım ve tesadüfen bir arkadaşımın önerisiyle Hülya Avşar Show’da Asiye karakteriyle çıktım televizyona. İlk dizim de Kaynanalar oldu. Benim için ayrı bir önemi vardır. Çünkü o diziyi ailecek oturup seyrederdik. Daha sonra Engin Günaydın’ın yazıp yönettiği Dış Kapının Mandalları dizisinde oynadım. Keyifli günlerdi.
- Neden İstanbul’a geldiniz?
İstanbul’la aramdaki özel mesele için geldim... Gerçek bir İstanbul aşığıyım. İstanbul’un saçlarını taramak, ona dokunmak istedim. Küçük bir animasyon işi vardı, kalacağımı hiç düşünmezdim.
- İstanbul sizi en çok nasıl zorladı?
Karşıdan karşıya geçme sorunu yaşıyorum hâlâ... Paniğe kapılırım çok araba karşısında. Ama en çok adresleri bulamama sorunu yaşadım. Her şey o kadar karışık geliyordu ki... İlk geldiğim zamanlar çok taşındım; evi bilen arkadaşlarım olmasa, ertesi gün evin yolunu bulamıyordum. Ankara’yı özlediğim zamanlar çok oluyor. Neticede çocukluğumun bütün kokuları Ankara’da...
- İstanbul senin için ne ifade ediyor?
İstanbul kadın gibi bence. Bu kentin henüz kimsenin bilmediği, İstanbul’un da anlatmak istemediği anıları var. Burada yaşarken onları keşfe çıkabiliyor, şanslıysanız görebiliyorsunuz. Acıklı bir durumu da var bunun yanı sıra. Geçmişteki tüm gösterişli hayatından sonra, hoyrat kullanılmış sanki. Taşı toprağı altın mı bilmiyorum ama, altın gibi bir kalbi var İstanbul’un. Deprem haberlerini duyduğumda en çok İstanbul’a bir şey olur mu acaba diye tedirgin olurum. İnsanlar ve anılar yok olacak diye korkarım.
Engin Günaydın’la ev arkadaşıydık
- Yeni projeler var mı?
Engin’in yazdığı “Hücreler” adında bir oyuna hazırlanıyoruz. Engin kazandığı tüm parayı bu oyuna ayırıyor. Her şeyini kendisi yapıyor, yazıyor, yönetiyor, dekorunu kendisi hazırlıyor. Özellikle dekora çok çok para harcadı. Bununla rahat rahat iki ev satın alabilirdi.
- Engin Günaydın’ınla samimi bir arkadaşsınız anladığım kadarıyla...
Evet, ev arkadaşıydık bir dönem... O da Ankara’dan geldi. Ben İstanbul’a yerleştikten sonra samimi olduk. Anadolu yakasında oturuyordum ve tiyatro için Bakırköy’e geçmek zorunda kalıyordum. Bir süre sonra çok yorucu olmaya başladı. Engin, Beşiktaş Kültür Merkezi’ndeydi o sıralar. Eh normal olanı aynı evi paylaşmaktı. İstanbul’a geldiğimde bana çok büyük hediye oldu Engin. Engin, Emre Kınay, Tolga Çevik. İstanbul’un en güzel hediyesidir bu arkadaşlarım.
- Nasıl yaşıyordunuz?
Hayatımın en güzel ve özel dönemlerindendi. Çok zorluk yaşadık ama kahkahalarla karşıladık. Öyle çok güldük ki... Bazı dönemler hiç para kazanamadık. Ama mutsuz olmadık.
- Geleceği düşünüyor muydunuz?
Şimdi olduğumuz yerlere gelmeyi o zamanlar kendimiz için hiç düşlememiştik. Birbirimiz hakkında başarı öyküleri çiziyorduk.
- Bugün sizi sokakta tanıyorlar mı?
Evet ama hep Nazire diyorlar. Keşke beğendikleri oyuncunun ismini iki dakika ayırıp öğrenseler. Gerçekten çok seviniriz.