Filmlerim popcorn sineması değil
.
Altın Portakal’a Sarmaşık filmi damgasını vurdu. Gişe Memuru’ndan sonra ikinci uzun metrajlı filminde de büyük başarı yakalayan yönetmen Tolga Karaçelik ile filmi konuştuk.
Filmde, denizin ortasında bir gemide altı erkek arasında yaşanan güç mücadelesini izliyoruz. Karakterlerde Kürt, Romen, dindar gibi farklı etnik ve sosyal sınıflara atıflar var. Bu gemi Türkiye’yi mi temsil ediyor?
Benim filmimin ana odak noktası iktidar ilişkileri. Tabii ki Türkiye’deki iktidar ilişkilerini gözlemleyerek ve bundan dolayı bazı kaygılarla bu filmi yazmaya başladım. Karakterlerin hiçbiri için sosyal sınıfları temsili ediyor diyemem. Geldikleri sosyal grupların özelliklerini tabii ki taşıyorlar. Makro bir kavram olan iktidarı anlatmayı çalışırken gemiyi bir mikro alan olarak kullandım. Filmi yazarkenki ana cümlem; ‘İktidar gücünü kaybettiği zaman statükoyu devam ettirmek için neler yapar… ‘
Yani filmde sorgulanan iktidar olgusu..
Ben sanatçıyım kendimi bir zaman dilimine hapsedemem. İktidarın doğası nedir, bunları algılamak, sorgulamak isterim. Roma Dönemi’nde de benzer olgular var. Esasında iktidar hep aynı. Daha çok tarihsel gerçekleri araştırdıkça bunu daha iyi anlıyorsunuz. Bu yüzden, konunun özüne girdiği için Shakespeare hala okunuyor. Ama tabii ki Türkiye’den aldığım çok fazla done var. Öncellikle yaşanılanlardan sıkıldığım ve dolduğum için yazdım bu hikayeyi.
Filmdeki karakterlere anlamlar yüklemeli miyiz? Örneğin Kürt isimli karakter var...
Filmde her şeyin bir anlamı, bir sebebi var. Ama filmimle ilgili seyirciye kullanma kılavuzu vermeyeceğim, artık benden çıktı, tartışılsın, konuşulsun istiyorum. Özellikle bahsettiğiniz Kürt isimli karakter biraz metaforlarla birleştiği için de yorum yapmayacağım. Ama şunu söyleyebilirim; yazarken de yazmadan önce de birçok kez sefere çıktım. Gemi dünyasını çok iyi bilirim. Dolayısıyla o gördüğünüz her karakterin aslında gemici dünyasında da yeri var.
SEYİRCİ SAYISI HER GEÇEN GÜN AZALIYOR
Film çekerken en zorlandığınız nedir?
Bizimkiler Popcorn sinemasından biraz daha farklı. Tartışıldığında, belki birkaç defa izlenildiğinde daha farklı anlam kazanıyor. Uzun zaman vizyonda kalması gereken filmler. Tanıtım konusunda eksiğiz. Biz aldığımız bütçenin hepsini sonuna kadar kullanıyoruz, sona artık nefesimiz kalmıyor. Bu yüzden seyirciyi her geçen gün kaybediyoruz. En büyük sıkıntımız seyirci sayısı.
DİYALOG YAZMAYI ÇOK SEVİYORUM...
Diyaloglar oldukça hayatın içinden... Oyuncularla nasıl bir çalışma dönemi geçirdiniz?
Ben diyalog yazmayı çok seviyorum. Bazen cümleyi düz yazarım bazen ters bazen manasız şeyler de çıkabilir. Günlük hayatta nasıl konuşuyorsak ben de öyle yazıyorum. Filmin büyük bir bölümü ritmdir, o ritm en önce diyaloglarla başlar. Bu yüzden oyuncularla okuma yapmayı çok seviyorum. Gemide bir hayli prova yaptık. Ben zaten yazarken de oynayarak yazıyorum.
Doğaçlama diyaloglar var mı filmde?
Yüzde 95’i yazılmıştır. Doğaçlamayı pek sevmem.
Nadir Sarıbacak’ın ayna karşında etkili bir sahnesi var…
Evet, o hareket doğaçlama. Sahnelerin sonunda oyunculara hareket bırakmayı seviyorum. Hemen kesmiyorum. Çok samimi ve etkili şeyler de çıkabiliyor. O sahnede o anlardan birisi...
Diğer oyuncuları da anmadan geçmeyelim. Bütün oyuncular çok iyi performans sergilemişler gerçekten…
Kesinlikle. İzleyen herkes farklı biri oyuncunun performansını beğeniyor. Mesela Nuri Bilge Ceylan, İsmail karakterini canlandıran Kadir Çermik’i çok beğendi. Bir başkası Özgür Emre diyor.
UNUTULMAYACAKLAR BİLSİNLER İSTEDİM...
Ödül konuşmanızda ‘Film sıkıcı değil’ dediniz. Neden seyircinin genelinde festival filmlerine ilişkin böyle bir algı var?
Filmin konusuna göre; çok yavaş tempolu da olabilir tabii ki, ama bazen filmin içi gereği gibi doldurulamayınca, sanat filmiymiş, yavaş olmalıymış gibi yapılıyor. Gerçek hayatta kah gülüyorsun, kah ağlıyorsun, hayatın içerisinde tek bir ritm yok. Ben farklı karakterlerle birlikte farklı ritmler tutturmaya özen gösteriyorum. En büyük dertlerimden birİ sinemada hikayeyi anlatırken izleyiciyi ayık tutmak. Sarmaşık, çok rahat izlenebilecek bir film. Kriterim annemdir, Gişe Memuru’ndan sonra ehh demişti, şimdi çok iyi film diyor.
Ödülünüzü Can Dündar ve Erdem Gül’e armağan ettiniz? Konuşmanızı önceden hazırlanmış mıydınız?
Konuşma hazırlamadım, içimden geldiği için söyledim. Gazetecilerin cezaevinde olması içime oturan bir konu. Aklımıza geldiklerini, onları düşündüğümüzü bilmelerini istedim. Mektup yazacağıma oradan söylemek istedim. Unutulmuşluk hissi kötü bir histir diye tahmin ediyorum. Unutulmayacaklar, bunu bilsinler istedim.
SİNEMACI ADAM MUHALİF OLUR!
Ödül gecesinden sonra ödüller kadar sansür konuşuldu. Yine son yıllarda Film Festivalleri’nde sık sık sansür tartışmaları yaşanır oldu. Neler söylemek istersiniz?
Şunu anlatamıyoruz; sinemacı adam zaten muhalif olur. Her şey tek renk olsun istiyorlar. Herkes aynı şeyi söylesin istiyorlar. Bu yüzden de festivallerin üzerinde manasız bir baskı var. Başarıya ulaşamayacak bir baskı bu. Yine bizim konuşmalarımız kesilse ne olur ki, duyulmayacak mı söylediklerimiz… Her türlü İktidarın tabiatında otoriteleşmek isteği vardır. Bu yüzden sansüre karşı sözümüzü söylememiz, tepkimizi göstermemiz lazım, konuşmayanların daha suçlu olduğunu düşünüyorum.