Babamın en ağırına giden şey sabah 3'te uyandırıp sabıka fotoğrafı çekmeleriydi
.
Güneşli bir gün...
Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’nden içeri giriyorum. Ece’yi (Emekli Orgeneral Ergin Saygun) görüyorum uzaktan. Acının yer ettiği yüzünde, pırıltılı gülümsemesi tezat oluşturuyor. Gülümseyişi büyüyor beni görünce. Anne-kız, candan bir kucaklamayla karşılıyorlar. Hiç tanışmasak da aynı ailenin parçasıyız çünkü. Bir arada yaşanmayan ortak geçmişin
yakınlığı bu.
Aynı paydada birleşiyoruz Ece ile asker kızı olmak. Bu kapalı ve yasaklarla dolu dünyada, ön yargıların penceresinden bakıldığında; eğlenceli, refah ve ayrıcalıklı görünen sınıfın, seçme şansı olmayan üyeleri... Bu yazıyı yazmak boynumun borcu benim. Asker ailelerin kapalı kapısını aralamak, bilinmezi görünür kılmak, ön yargılara temiz bir sayfa açmak için... Hapiste yatan “Amca”larıma selam durmak için...
Ece, konuşmaya başlarken hemen artık sembol haline gelen babasının tespihini arıyor. “İyi gördüm” diyorum. “Altı gün öncesine göre çok iyiyim” diyor. Başlıyoruz dertleşmeye...
Balyoz davasının simgesi haline geldiniz. Sen ve baban... Yıllar geçip de dönüp baktığımızda sanki kırılma noktası olarak bugünler gelecek aklımıza...
O kadar nefret söylemi olan bir ortam vardı ki herhalde insanların sevgi hikayesine ihtiyacı oldu. Herkes sarılıp öpüyor beni, gözyaşlarıyla. Sevgi ile sahip çıktılar bize.
Ne olursa olsun bizim ülkemiz askeri sever. Çünkü her ailenin askere yolladığı bir evladı vardır. Bir de babanın ağır hasta olması, elimizi vicdanımıza götürdü galiba? Nasıl geldi tahliye haberi?
Ameliyat masasındayken geldi tahliye. Düşünsene, hayatı boyu şerefini birinci sıraya koymuş o adam, babam, hükümlü ölecek, gözü açık gidecekti. Halk, “Artık bu kadar olur mu!” dedi. Ben de soruyorum; biz bunları niye yaşadık? Babam tahliye oldu, n’oldu? Darbe mi oldu? Sokaklardan kan mı aktı? Babam, “Kahraman Paşa” diye diye çağrılan bir asker. Sedyeyle ameliyathaneye alınırken, iki tane silahlı asker vardı yanında, kaçmasın diye! İşte benimle birlikte insanlar da artık soruyor: Bu kadar olur mu? Ve şimdi tüm hastalar için, başta Fatih Hilmioğlu için soruyorum. Niye tahliye edilmiyor? Bir tıp adamı, bu süreçte çocuğunu da kaybetmiş bir hasta, niye evine gidemiyor? Ben anlayamıyorum. Bunu anlayan varsa da vicdanında sorun var demektir.
“Balyoz ne” diye birbirimize sorarken kafamıza indi!
Tüm bu olaylar başladığında ne kadar olmuştu baban emekli olalı?
6 ay olmuştu, gözaltına alınmadan evvel. Ev yerleştirmeyle uğraştığı için o dönemi de keyifli değildi. Babam, mevcut yönetim tarafından terörle mücadelenin başına getirildi ve yıllarca da mücadele etti. Güvenlik açısından, lojmanda kalması gerekiyordu. Babam, “Kendi rızamla, hiçbir şey istemiyorum” diye imza verdi. “Bir tane canım var o da Allah’a emanet, kimse korumasın” dedi. Görev yaptığı illerde, depolarda duran, yıllar içinde kırılmış dökülmüş eşyalarını, hayatının dağılmış parçalarını topladı, memleketin dört bir köşesinden. Tam “Oh” dedi...
Ve bir gün...
Ve bir gün kapı çaldı ve hepimizi tutukladılar. Sadece biz değil aynı durumda olan tüm aileler tutuklandık. Hiç unutmam; terörle mücadeleden arıyoruz diye telefon geldi eve! Hayatı boyunca terörle mücadele etmiş birini terörle mücadeleden içeri aldılar. Büyük şok! Sonra o günlerimizi de mumla arar olduk. Şimdi gülüyorum tabii ama televizyon, “Balyoz” diye alt yazı geçince O ne be!” dedim. Tüm, aynı durumdaki komutanların çocukları birbirimizi arayıp, “Balyoz ne?” diye sorduk. Sonra o “Balyoz” kafamıza indi!
11 Şubat?
2 yıl önce, 11 Şubat gecesi, bizim “Amca”ların üzerine kapılar kilitlenerek tutuklandılar.
Niye?
Kaçmasınlar diye. Bu sebeple 3 kere tutuklanıp serbest bırakıldılar. Oysa zaten, her seferinde, hepsi kendi ayağı ile gitmişti. Mahkemede, takım elbiseyle oturmuş 350 komutan...
Sadece babam değil, annem de 7 aydır mahkum koğuşunda!
Babanın en ağırına giden olay ne olmuş bu süreçte hiç bahsetti mi sana?
Gece 3’te uyandırıp göğsüne yafta yapıştırıp, sabıka fotoğrafı çekmişler. Çok ağırına gitmiş, bu kadar yaşanan olayın içinde durup durup bunu söylüyor.
Hep soruyorum ama cevap vermiyor. 45 sene görev yapmış bir adam acaba ne hissetti. Tüm bunların kime faydası oldu.
Takır takır yürüyen adam bugün 100 adım attı diye kurban keseceğiz neredeyse. “Kalbine ağır gelmek” böyle bir şey işte.
Annene de çok ağır gelmiş bu durum elbette...
Sadece babamı değil annemi de kaybettim. Annem 7 aydır mahkum koğuşunda. Ben de öyle... Daha fazla öfkeli olamam herhalde...
Sinir krizi geçirip takım elbisesini parçaladım!
Baban ne diyor bu öfkene?
“Allah devletimize zeval vermesin” diyor. En büyük korkusu bizim öfkeli ve kindar insanlar olmamız. “Duruşunuzu sakın bozmayın” diyor.
En öfkelendiğin anlardan birini paylaşır mısın?
Babam, cezaevi aracıyla hastaneye gönderildi. Yazın sıcağında, demir yığını arabanın içinden, yarı baygın halde hastane aracından takım elbiseyle çıktı.
Neden?
Geldiği hastane, Devlet Hastanesi diye! Devlet kapısına gidiyor diye. Saygısından... Ve ben o gece, koğuşta sinir krizi geçirip babamın o takım elbisesini paramparça ettim.
İş hayatın ne oldu? Önümüzdeki 3 yılın tüm izinlerini kullandım.
11 yılda 9 okul değiştirdim, 28 kez
taşındık, 2 oda lojmanda oturduk
Sadece babam değil, kimse bunları hak etmedi. Tahliye kararı bizim için yeterli değil, beraat istiyoruz. İade-i itibar istiyoruz.
Tahliye kararını duyunca ne hissettin?
Hayal kırıklığı...
Nasıl yani?
Tahliyesi bile üzerek, acıtarak oldu. Abim, annem, ben mahkum koğuşundaydık. Sabaha karşı 3’te gardiyan geldi, babama bir şey oldu sandım. “Abla kalk, Paşa’yı tahliye etmişler” dedi. “Yalandır, git yat” dedim. “Vallahi diyorum bak kalk” diye dürterek zorla kaldırdı beni. Bir baktık bütün basın gelmiş. Yani, tahliyesi bile kırıcı. “Ameliyatta bir şey olursa biz tahliye etmiştik” demek için aldılar herhalde bu kararı, gecenin üçünde!
Tahliye çok sevindirici ama yeterli mi?
Asla! Beraat istiyoruz. İade-i itibar istiyoruz. Ama önce, itibarını iade edeceğiniz kişinin hayatta olması gerekir. Sadece benim babam değil kimse bunları hak etmedi. Allah’tan biz asker çocuklarıyız da olayı kişiselleştirmiyoruz. Güçlüyüz de göğüs gerebiliyoruz.
Gelelim asker çocuğu olmaya... Ben seni çok iyi anlıyorum ama okuyanlar da iyice anlasın istiyorum. Biraz geçmişe dönelim. Kaç şehir kaç okul değiştirdin?
11 yıllık okul hayatım boyunca 9 okul değiştirdim. (Burada artık çocukluk ruhumuza dönüp başlıyoruz gülmeye) O yüzden bağlanma sorunum vardır benim. Hayatta hiç kimseye ve hiç bir yere bağlanacak kadar kalamadan büyüdüm çünkü. 28 kere taşınmışız. Eğer asker çocuğuysan ve birilerine bağlanmaya başladıysan, hayatta kalamazsın. Bu aşk için de dostluk için de böyle. En büyük hevesim, duvara poster yapıştırmaktı. Devlet malı diye yapıştırtmazlardı.
Ben de posterlerim katlı tutar, yerde açar bakardım.
Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken ilk işim yurt duvarına poster yapıştırmak oldu. Kendi evim olduğunda, bir gün ışıkların tümünü açıp oturdum. Kavga yapamazsın evde, altta-üstte komutan oturur. Bir demirbaşın içinde sen de demirbaş olursun. Şehitler geldiği için devamlı, 15 gün kıpırdamadan oturmaya alışırsın küçücük yaşında. Arkadaşlarınla bile rahat dolaşamazsın sokaklarda lâf olmasın diye.
Lojmanlar, kamplar hep çok havalı bulunur...
İki oda bir salon evlerde oturduk. Abimle bir odada kalırdık. Zaten, abim okul kazanınca, anneannemin yanına gitti. Baba mesleğinden sebep birlikte büyüyemedik. Göçebe bir hayat işte. Annemle gider, hafta sonları abimi görürdük. 60 yaşından sonra rütbe yükselince evler güzelleşti. O zaman da artık iki kişi kalmışlardı ve büyük lojman evi gayet gereksizdi. Kamp desen, öyle devamlı hakkın olan bir şey değil zaten. Ağır şartlarda çalışan insanların, tatile gidecek kadar bir maaşı da olmadığı için sağlanmış, mütevazı bir imkandır kamp. Yazılırsın, çıkarsa gidersin. Bir de çıktığında da kampa gidecek bir baba lâzım. Oysa hep operasyondaydı bizim ki. Köyde bir evimiz vardı, annemle giderdik.
Asker çocukları sanki, arkadaşlarını etnik kökenlerine göre seçermiş gibi bir ön yargı var.
Tam tersi. En son olabilecek şey! Benim kardeşim dediğim bir insan var mesela Kars’ta. Nerede yaşıyorsan oradakilerle can ciğersin. Bizim zaten bir tarafımız Erzincan, bir tarafımız Bayburt, bir tarafımız Bulgar göçmeni. Kürtleri ya da göçmenleri sevmiyor olabilir misin? Biz kendimiz karma bir aileyiz zaten. Biz kapalı yaşayan bir grup insan olduğumuz için de bu ön yargılar oluştu. Devir açılma devri. Keşke daha açık yaşasaydık ama öyle yetiştirilmedik. Hakim evi, polis evi, öğretmen evi konuşulmaz ama orduevleri konuşulur. Askere karşı güven sıkıntısı yaratmak için bilinçli olarak bu ön yargının oluşturulduğunu düşünüyorum.
Nişanımıza geç geldi çocuklarımızın doğumunda
yanımda yoktu Hep görevdeydi!
Ece tam bir asker kızı, güçlü, akıllı, kurallı yetişmiş olmaktan ötürü kontrol bağımlısı... Arka tarafta yalnız oturan annesini fark edip hemen alıp yanımıza getiriyor. Sohbete birlikte devam ediyoruz buradan sonra.
Ve ben hemen anneyi de katıyorum sohbete...
Bugünkü aklınız olsa yine askerle evlenir miydiniz?
Neriman Saygun: Evlenirdim. Benim babam da askerdi çünkü. Hatta, eşimin komutanıydı. Babam Kore’de görevdeyken tanıştık Ergin’le ve evlendik. Ben ODTÜ’yü bıraktım, Ergin’in peşinden gitmek için. Ama yıllar sonra, yine Ergin’in desteğiyle bitirdim üniversiteyi.
Ece Saygun: Bak sen! Biz böyle bir şey yapsak babam bacaklarımızı kırardı. (Gülüşüyoruz)
Çok yalnız bir hayat değil mi?
Neriman S: Öyle, oğlum küçükken, tatbikattan dönen babasına küsmüş, “Git sen benim babam değilsin” diye ağlamıştı. Çok üzülmüştüm. Nişanıma bile çok geç geldi. Ben bir şey oldu zannettim, görev vermişler meğer. Doğumlarımda da yoktu. Ama askerliğin dayanışmasını, yardımseverliğini hiçbir şeye değişmem. Şu anda bile eşime değil, içeride yatan gençlere üzülüyorum. Maaşları kesildi, çocukların okulları var... (ve cümlesi hıçkırıklarla bölünüyor)
Ece S: Aşkları başka türlüdür. Babam mahkum koğuşunda bile telefon yasak olduğu için not yazdırarak, Sevgililer Günü için annemin hediyesini siparişi verdi bana. Hem de tam ameliyattan önce. Bana karşı da öyledir, mahkumken bile doğum günümde orkideler yolladı.
Neriman S: Bak göğsümdeki Atatürk rozetini eşim aldı, ölene kadar çıkarmam.
Bugünkü aklım olsa yine Ergin ile evlenirdim. Benim babam da askerdi. Hatta babam eşimin komutanıydı. Ergin’le evlenmek için ODTÜ’yü bıraktım.
“Babam şehit olsa böyle acı olmazdı”
Orgeneral bir baba ve hep güçlü görmeye alışmışsın. Babanın gücü elinden alınmış hissettin mi?
Babamın gücü öyle “demir parmaklıklarla” elinden alınır bir güç değildir.
Askeri araba lojmana gelir ve hangi kapıyı çalarsa o eve yangın düşer çünkü gelen şehit haberidir ve bu ritüel hiç değişmez. Bu olayda da bir araba geldi ve babanı alıp götürdü. Sanki şehit olmuş gibi bir çağrışım yaptı mı?
Elbette. Ama arada büyük fark var. Şehit olsa böyle acı olmazdı. Asker çocukları buna hazırdır. Ben bütün çocukluğumda babamın şehit olma ihtimalime hazırlanarak yetiştirildim. Haberi alırsam içeceğim ilaç bile belliydi. “Cenazemde dimdik duracaksınız, şehit olursam gurur duyun” diye tembihlerdi babam. Bunun provasını çok yaptım. Ama “Babanız şehit oldu” ile “Terörle mücadeleden geliyoruz” bambaşka şeyler. Bu çok gurur kırıcı.
Bugün geldiğiniz noktada, Ece’nin inatçı ve güçlü yapısının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Neriman S: Olmaz mı! Babasının kızı o. Bugün, hayata karşı umutluysak, Ece’nin sayesinde.
Yaşadıklarını bir kitapta toplamayı düşünüyor musun?
Ece S: Yazdım bile ama şimdi babamın sağlığı önceliğimde olduğu için toparlayamadım. Biraz rahatlayınca, bitirmek istiyorum. Benim bugünlerde yaşadıklarımı unutmam mümkün değil. Uzun vadede, iade-i itibar için hukuksal sürece de devam edeceğim. Bu olayları kimse bize “Normal” diye sunmasın. Gazeteci, hakim, polis, asker, öğretim görevlisi fark etmez. Her kesimde yanlış yapanlar vardır ve cezalandırılabilirler ama bir meslek grubunun tamamına yönelik suçlama yapılamaz.
Baban tahliye haberini alınca ne dedi?
Ece S: Peki ya diğerleri? diye sordu. Yok baba dedim. Gözünü uzağa dikti ve uzun süre hiç konuşmadı.
İşte tam bu sırada, Ece’nin telefonu çalıyor. Ergin Paşa normal odaya alınmış. Görülmeye değer bir sevinç dalgası... Ece’nin azminin zaferi.
Babası için sabah fön çektirdiği saçlarına çeki düzen veriyor yeniden ve büyük bir aşkla babasının yanına koşuyor. Arkasını dönüp sesleniyor: Babam iyileşsin eve gel!