Arka bahçeme çadır kondu
Sabah penceremden baktığımda bir çadırla karşılaştım. Belediye görevlileri depremzede bir aile olduğunu söyledi ama bana pek inandırıcı gelmedi
Sabah penceremden baktığımda bir çadırla karşılaştım. Belediye görevlileri depremzede bir aile olduğunu söyledi ama bana pek inandırıcı gelmedi
Yazın gelişiyle, biz sahilyolu yürüyüş parkuru gediklilerinin alışkanlıklarında da bir takım değişimler oluyor.... Biyolojik saatim sabah 06.00 gibi uyandırıyor beni ve gözlerimi açar açmaz, neredeyse ne olduğunu anlayamadan sahilyoluna çıkmış yürürken buluyorum kendimi. Hava o saatte bile sıcak oluyor ama hafif bir esinti denizi, martıları ve kargaları hareketlendirmeye yetiyor.
Kıyı şeridinde önceki gece uğrayan ziyaretçilerin pisliklerini temizleme çalışmaları sürerken, yeni uyanan sokak köpekleri de gelip geçenleri kuyruklarını sallayarak son derece terbiyeli bir biçimde selamlıyor, mutlu mutlu geriniyorlar.
O erken saatlerde bile yürüyüş parkuru oldukça kalabalık oluyor.. Koşanlar, yürüyenler; uzaklardan görünüp keyifli sıçrayışlarıyla içimize neşe dolduran yunusları görebilmek ümidi taşıyan herkesin yüzü denize dönük oluyor.
Biz orada, sadece sabahın erken saatlerinin taze ve serin havasını soluyarak yürüyüp vücudumuzu dinç tutmaya çalışmıyor, sessiz ve kendimizi yaptığımız işe adamış bir şekilde etrafımızdaki her şeyin işleyişini de kontrol etmeye çalışıyoruz: Birkaç gerizekalının yerinden oynatarak koşucuların üzerine soğuk su püskürtmelerine sebep olduğu fiskiyeleri yerlerine yerleştiriyor, etrafında boş içki şişeleriyle sahilde uyuklayan birilerini görünce bekçiyi uyarıyor, kabuklarını geçenlerin üzerine tükürerek çekirdek yemenin ve açık alanda çok yüksek sesli müzik dinlemenin ayıp şeyler olduklarını anlatmaya çalışıyoruz. Yani belediyeyi desteklemek üzere çalışan bir çeşit ‘gönüllü toplum görevlileri’ gibiyiz..
Geçen seneyi hatırlıyor musunuz? Sahillerde plajların açılması vesilesiyle defalarca yazılıp çizilmişti bu konular. Kimileri sahilin bu şekilde istila edilmesini barbarca olarak nitelemiş, konuyla ilgili bir sürü polemik yaşanmıştı.... Sonunda ortalık yatışmış, belediye söz konusu alanlara daha fazla tabela yerleştirmiş, kontrolleri artırmış, biz yürüyüşçüler de sakin ve keyifli kalabilmek için yaz aylarında yürüyüşlerimizi saat 06.00 civarında yapmaya, özellikle cumartesi ve pazar günleri 10.00’dan sonra sahile ayak basmamaya karar vermiştik!
ÇİŞİNİ YAPARKEN YAKALADIM
Geçen sabah çok erken uyandım, pencereyi açtım ve bahçenin sahilyoluna bakan tarafındaki ağaçların arasında birilerinin dolaştığını fark ettim... Bir süredir bizim oraları mesken tutmuş olan hırsızlara karşı sürekli tetikte olduğum için bakışlarımı iyice keskinleştirip dikkatlice bakmaya başladım ve balkonuma doğru iyice yaklaşmış olan figürün tuvalet ihtiyacını karşılayan birinin başka bir durumla karıştırılamayacak hareketlerini yapmakta olduğunu fark ettim! Koşup gözlüklerimi takmam ve benim gibi bir ’hanımefendinin’ adamın çişini mi yoksa başka bir şey mi yapmakta olduğuna bakmasının ne kadar doğru olacağını tartmaya çalışmamla geçen o kısacık arada adam arkasını dönüp uzaklaşmıştı bile.
Daha sonra dışarı çıkarken bahçedeki çam ağaçlarının oraya bakmaktan alamadım kendimi ve ne göreyim! Ağaçların arasında iyice kamufle olmuş bir çadır duruyor. Çadırın etrafında da karton kutular, çöp torbaları ve çeşit çeşit boş şişe... yani belli ki birileri bir süredir orada yaşamakta! Ne olur ne olmaz diyerek ihtiyatlı bir şekilde çadıra yaklaştım ve hep yanımda taşıdığım fotoğraf makinamla (Aaah şu mesleki deformasyon!!!) birkaç fotoğraf çektim.
Sonra birkaç belediye çalışanının kamyonetlerinden inip etraftaki çiçekleri sulamak için yaklaştıklarını görünce onlara yaklaştım ve “İyi günler, fark ettiniz mi?” diye devam ettim, “Şu ilerdeki ağaçların altında bir çadır, içinde de bir adam var.”
Sahte olduğu son derece bariz olan şaşkınlık tepkilerini görünce gülümsedim. “Nerede yengecim?” diye sordu uzun boylu olan bir çocuk saflığıyla.. “Orada..” dedim parmağımla birkaç metre ötemizi işaret ederek.. “Orada nerede?” diye sordu tekrar bir yandan çaresizce bana verecek bir cevap bulmaya çalışarak.
“Aaaaa.. O mu? Yok canım, yabancı değil... orda oturuyor o.” İş gittikçe daha eğlenceli bir hale geliyordu... Acaba arkadaşı mıydı?
“Orada mı oturuyor? Ne zamandan beri peki?” diye sordum bunun üzerine çünkü çadır tam benim pencerelerimin baktığı yere kuruluydu ve bir çadırda yaşayan komşularım olsaydı bu zamana kadar fark ederdim herhalde diye düşünüyordum! “Oooooo..” dedi elini sallayarak, “Çok uzun zamandır orada o! Deprem zamanından, yani 1999’dan beri sanırım.”
“DEPREMDEN BERİ ORADALAR”
“Depremden beri orada mı o adam?” Artık gülmek geliyordu içimden! Herhalde korumak istediği bir yakını bu adam...” diye düşündüm.
O ise bu sırada, aksanımdan yabancı olduğumu anlamış acıklı bir ses tonuyla depremden sonra yaşanan trajediyi anlatmaya koyulmuştu:
“İşte yengecim... sen bilemezsin... korkunç bir depremdi! Bir sürü insan öldü, o adamla ailesinin de başlarını sokacakları bir evleri kalmadı. O zamandan beridir de orda yaşıyorlar.”
“Vah zavallılar...” dedim ben de üzgün bir sesle, sahnelenen komediyi hiç bozmadan... “Peki nasıl geçiniyorlarmış?”
“Ne bulurlarsa onunla... Ne yapsın zavallılar..” Sonra elimdeki fotoğraf makinesini fark etti ve “Fotoğraflarını çektiniz mi? ” diye sordu. “Çektim tabi” dedim son derece ciddi bir tavırla..
“İçler acısı bir durum bu! Belediyede tanıdıklarım var. Gidip onları haberdar edeceğim: yaklaşık yedi yıldır sahilyolunda ağaçların altına kurdukları bir çadırda yaşayıp sadakayla geçinen bir aile var. Bunca zamandır acıkınca mangal yapmaya, susayınca bira ve rakı içmeye, çişlerini de köpeklerle beraber ’komşularının’ pencerelerinin önüne yapmaya mecbur kalmışlar! Kesinlikle bir el atacaklardır bu duruma, görürsünüz!”
İkisi de iyice afallamış, şaşkın şaşkın bakmaya başlamışlardı bana... Yüzlerindeki ifade o kadar komikti ki bir fotoğraflarını çekebilmek için neler vermezdim. Ama muhtemelen bundan pek hoşlanmayacaklarını düşünerek arkama bakmadan “İyiiiiiii çalışmalaaaaaaar” diye bağırıp yanlarından uzaklaştım ve koşuma devam ettim!