Dün Diyarbakır’da AKP Genel Merkezi AR-GE Başkanlığı tarafından düzenlenen “Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı”nın açılış konuşmasını yapan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, BDP/HDP’yi eleştirip İmralı (Abdullah Öcalan) ve hatta Kandil (PKK/KCK) hakkında olumsuz söz söylemedi. Bu ilk kez olan bir şey değil; partilerin adı DTP iken BDP ve nihayet HDP olarak değişmiş olsa da, AKP iktidarı sözcülerinin Kürt siyasi hareketinin yasal ayağını şikayet etme tutumları değişmiyor. Sadece AKP yöneticilerinin değil, PKK yöneticilerinden arada sırada, Öcalan’dan ise sık sık azar işiten (son dönemde Öcalan’ın azarlarında belirgin bir azalma olduğunu, bunun da muhtemelen açıklamalarının artık avukatlar değil de milletvekilleri aracılığıyla kamuoyuna aktarılmasından kaynaklandığını da not düşelim) yasal alandaki Kürt siyasetçilerin bir tür “günah keçisi” olduklarını söyleyebiliriz.
Öncelik İmralı ve Kandil
Bu kesinlikle hakkaniyetli bir durum değil. Örneğin Atalay’ın HDP ve BDP yöneticilerini eleştirdiği dağa götürülen çocuklar olayını ele alalım. Burada birinci derecede muhatap Kandil, ancak PKK/KCK yöneticileri şu ana kadar herhangi bir tatminkâr açıklama yapmış değiller. Ardından İmralı geliyor, ki son görüşmenin yazılı açıklamasında Öcalan bu soruna doğrudan değinmedi. Esas konuşması gerekenlerin sustuğu ya da kısık sesle bir şeyler fısıldadığı bir ortamda kendilerine mikrofon uzatılan BDP/HDP yöneticilerinin pozisyonlarının hiç de kolay olmadığı ortada. Nitekim konuyla ilgili olarak şu ana kadar söyleyip yaptıkları şeyler kendi tabanları dahil kimseyi memnun etmedi.
Etmesi de mümkün değildi çünkü HEP’ten bu yana kurulan partilerin (ne zamandır adlarını sırayla hatırlayamaz haldeyim, hatırlayabilen de herhalde epey az kişi kalmıştır) öncelikleri her zaman, Kürt hareketinin yasadışı kolunu gözetmek, onları rahatsız etmemek olmuştur. Eskiden bu sadece Öcalan’dı, ama o değişen koşullara hızla uyum sağlamayı bilen pragmatist bir lider olduğu için yasal Kürt siyasetçiler kendisinin hızına ayak uyduramadıkları zaman sıklıkla açığa düşüp çok hata yapabiliyorlardı.
1999 Şubat ayından itibaren Öcalan’a ek olarak PKK yönetimini de gözetmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla bir yandan İmralı ile esas olarak avukatlar aracılığıyla temas kurabiliyor olmanın (hele bunlardan bazıları, sonradan anlaşıldığı gibi, aslında devlet görevlisiyse), diğer yandan PKK yöneticilerinin pekala birçok konuda Öcalan farklı düşünebiliyor olmaları nedeniyle çok zorluk çektiler.
“Demokratik açılım”, “Oslo görüşmeleri” ve nihayet çözüm süreciyle birlikte Kürt siyasetçilerin nispeten rahat nefes alabilmeye başladıkları söylenebilir ancak bu süreçlerin tümünde yaşanan sorun ve sıkıntıların faturasının yine onlara kesildiği ve kesilmekte olduğu da bir gerçek.
Dert çok...
BDP/HDP’li siyasetçilerin dertlerinden bazılarını sıralayacak olursak:
- Çözüm sürecinden vazgeçme ihtimali artık kalmamış olan ve İmralı ile doğrudan, Kandil ile dolaylı görüşmeleri riske atmak istemeyen siyasi iktidarın sözcüleri, özellikle de Başbakan Erdoğan, Kürt olmayan kesimleri belli bir noktada tutmak için işin kolayına kaçıp BDP/HDP’yi hedef alıyorlar. Yani Öcalan ve PKK karşısında “güvercin”, BDP/HDP’ye “şahin” oluyorlar.
- Kürt siyasetçilerin, özel olarak iktidar partisinin kendilerine yönelttikleri eleştirilere cevap verme, genel olarak Gezi ve 17 Aralık süreçlerinde yaşandığı gibi, hükümeti eleştirme noktasında özellikle Öcalan tarafından fazla teşvik edilmedikleri görülüyor.
- Her ne kadar Öcalan çözüm sürecinde kendilerine önemli bir misyon yüklediğini söylese de, BDP/HDP temsilcilerine İmralı ile Kandil arasında bir tür “postacı” muamelesi yapılıyor.
- Kürt siyasetçiler, devletin İmralı ve Kandil ile temaslarının tüm detaylarına vakıf olmadıkları için ani gelişen olaylarda tavır almada, sürece zarar vermeme kaygısıyla bocalayabiliyorlar.
- Yasal Kürt partilerinin iç işleyişlerine (yönetimlerin şekillenmesi, milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylarının saptanması...) Kandil ve İmralı sık sık ve kimi zaman ayrı ayrı, hatta zıt şekilde müdahale ediyor.
- BDP’nin büyük ölçüde HDP’ye katılması, geri kalanların da muhtemelen “Demokratik Bölgeler Partisi” adıyla başka bir yapıya dönüşecek olması örneğinde de görüldüğü gibi yasal siyaset alanında kurumlaşmanın önüne hep beklenmedik engeller çıkarılabiliyor.
- Yine daha önce Leyla Zana, son olarak Selahattin Demirtaş örneklerinde görüldüğü gibi bu partiler içerisinde sivrilen isimlerin yükselişleri bir şekilde frenlenebiliyor.
Herkesin günah keçisi: BDP/HDP
Haberin Devamı