İki taraf da Kürt hareketini savaşta yanına çekmek istiyor

Haberin Devamı

Kürt hareketinin, 17 Aralık süreci olarak da adlandırabileceğimiz Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasında nasıl bir tutum takınacağı hep merakla beklendi. Zira alacağı tavırla savaşın dengelerini değiştirebilecek yegâne “iç” güç oydu. Kürt hareketi istese krizi derinleştirecek adımlar atabilir ve hükümeti, dolayısıyla Başbakan Erdoğan‘ı iyice zor durumda bırakabilirdi. Ama bu yola yönelmedi.

24 Aralık günü çıkan “Kürt hareketi hangi siperde?” başlıklı yazımda, hareketin hükümete yakın cemaate uzak olduğunu, ama hükümeti ya da Erdoğan’ı değil de çözüm sürecinin kendisini sahiplendiğini vurgulamıştım. Nitekim özellikle BDP yetkilileri her konuşmalarında, Gülen cemaatine atfedilen “paralel devlet” olgusuyla beraber hükümete atfedilen yolsuzluk iddialarını da son derece ciddiye aldılar; iki sorunun birden takipçisi olacaklarını vurguladılar.

“Ateşe benzin taşıma”

Derken cumartesi günü İmralı’ya giden BDP ve HDP milletvekilleri Abdullah Öcalan’ın 17 Aralık süreciyle ilgili şu net açıklamasını aktardılar: “Yaşanan son gelişmeler de göstermektedir ki süreç bir an önce tahkim edilip, tam demokratik bir ülke inşası gerçekleşmezse içeride ve dışarıda savaş isteyen demokrasi düşmanı güçler komplolarına hız vereceklerdir. Bu topraklar son iki yüz yıldan beri hep bir darbe ateşiyle kavrulmaktadır. Bizim geliştirdiğimiz süreç anti darbecidir ve demokratik bir toplumu hedeflemektedir. Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir. Bu ateşi söndürmenin tek yolu demokratik barışı bir an önce getirmektir.”

Öcalan’ın 17 ve 24 Aralık operasyonlarını tıpkı hükümet gibi “darbe girişimi” olarak tanımlamasının hareketini siyasi iktidara daha da yanaştıracağı, ama özellikle yasal kanatta belli sıkıntılara yol açacağı açıktı. Nitekim pazar günü İstanbul’da bir grup gazeteciyle sohbet eden BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “ateşe benzin taşımama” sözünden esas olarak PKK’nın yeniden silahlı eyleme başlamamasının kastedildiğini, parti olarak kendilerinin yolsuzluklar konusundaki takipçiliklerinin yangını körükleme anlamına gelmeyeceğini savundu.

Pazartesi günüyse Taraf Gazetesi’nde Roboski katliamından doğrudan MİT’i sorumlu tutan belgeli bir yayın yapıldı. Yine aynı gün sosyal medyada geçen yıl Paris’te üç PKK’lı kadının katledilmesini yine MİT’e yükleyen bir ses kaydı dolaşıma sokuldu.

Bu yayınların ne derece doğru olduğu tartışılır ancak şu husus kesin: Yakın dönemde Kürtleri derinden yaralayan ve geçen süre zarfında aydınlatılması konusunda hemen hiçbir şey yapılmayan bu iki trajik olayın, Öcalan’ın, garip bir şekilde medyada fazla yer bulmayan hükümete net bir şekilde destek verdiği açıklamasından iki gün sonra eşzamanlı olarak MİT’e, yani PKK liderinin devlette en çok güvendiği kuruma yıkılmak istenmesi rastlantı değil.

Öcalan başta olmak üzere Kürt hareketinin farklı sözcüleri bugüne kadar Roboski ve Paris katliamlarının sorumlusu olarak hep “çözüm sürecini sabote etmek isteyen güçler”i göstermiş ama açık bir adlandırmaya gitmemişlerdi. Bu aşamadan sonra daha açık konuşup isim vermeleri gerekecek, aksi takdirde tabanda çalkantılar yaşanması kaçınılmaz olur. Sanıyorum dünkü yayınları örgütleyenlerin asıl amacı da Kürt hareketinin son savaşta hükümetin yanında yer almasını engellemek, hatta mümkünse onu hükümete karşı bir pozisyona itmektir.

Ne Öcalan’ın, ne PKK lider kadrosunun, ne de BDP/HDP yöneticilerinin 17 Aralık sürecinde Başbakan Erdoğan’ın durumunu daha da zorlaştıracak adımlar atacağına ihtimal veriyorum. Ama “karşı taraf”ın dünkü gibi daha çok yayın yapabileceği düşünülecek olursa Kürt hareketinin işinin epey zor olacağı görülüyor.

Cemaat-hükümet savaşı daha yeni başladı ve her iki taraf da kazanmak için öncelikle Kürt hareketini yanına çekmek, en azından karşısına almamak gerektiğinin farkında. Savaş kızıştıkça Kürt faktörünün daha sık ve yoğun olarak karşımıza çıktığını göreceğiz, şaşırmayalım.

DİĞER YENİ YAZILAR