Haberin Devamı
Uçağa binmeden, “Pegasus Hava Yolları uçağını kaçırmak üzere harekete geçen korsan haberi” internete düşüyor...
Los Angeles Havaalanı’na “bu haberleri okuyarak” geliyorum...
Üç çocuğum ve irili ufaklı onbeş parça eşyayla seyahat ediyorum...
İstanbul’dan çocukların sırtlarına aldıkları çantalarını da saydığımızda 11 parçayla yola çıkmıştık...
Dönüşte onbeş parça oluveriyoruz bir anda...
Nedeni, Amerika’da yaptığımız sınırsız alışveriş falan değil...
Disneyland’da çocuklar, kendi boylarına uygun sürülebilir bavullar görüyorlar...
Babalarının o bavulları havaalanında tekerlekle yürüttüğünü gördüklerinden;
-“Biz de isteriz...” diye tutturuyorlar...
Türk Hava Yolları’nın uçakta verdiği çantalar, Disneyland bavulları derken, aniden 15 parça oluveriyoruz havaalanında...
Havaalanına girdiğimiz andan itibaren bütün gözlerin bizi süzdüğünü fark ediyorum...
Sevgi dolu, biraz da merhamet dolu sevecen bakışlar var üzerimde...
Minik çocuklar ve onbeş parça eşya ile “hicret görüntüsü” veren yalnız bir baba görüyorlar karşılarında...
Giderken aynı uçakta yolculuk ettiğimiz ailelerden bazıları dönüş yolunda da aynı uçaktalar...
Bir hanım;
-“Biz anne ve anneanneleri olarak baş edemedik yaramazlıklarıyla çocukların iki hafta boyunca... Siz nasıl baş ettiniz?..” diye soruyor...
Bir şey söylemiyorum...
Gülümsüyorum...
O hengame arasında söyleyemiyorum ki;
-“Onlara giderken bir konuşma yaptım... Arkadaşlar ‘biz bir izci ailesiyiz...’ dedim...
Birbirimize yardım edeceğiz... Birbirimizin eksiklerini kapatacağız...
Her şeyi kendi başımıza yapacağız...
Kendi kendimize yeteceğiz...
Bir aile olduğumuzu göstereceğiz...
Tamam mıyız?..” dedim...
Onlar da ‘tamam baba’ dediler...
Biz takımı seyahatin başında kurduk...
Gerisi kendiliğinden geldi...
İki hafta dört kişilik bir izci takımının Amerika’daki maceralarından oluşuyordu...
Çok da güzel maceralardı onlar
Rüya gibi geçtiler...”
Bunları söyleyemiyorum;
Bir arkadaşım;
-”Hayatın boyunca bu seyahati unutmayacaksın...” diyor
-”Hep en güzel anılarla anacaksın...”
-”Biliyorum...” diyorum;
-”Bunu biliyorum da, sen nasıl bunu biliyorsun onu bilmiyorum...”
Pegasus uçağını kaçırmaya kalkan uçak korsanının Ukrayna’lı olduğu haberleri geliyor...
Bir süre sonra içkili olduğu haberi düşüyor...
Tam o sırada güvenlik kontrolü için, havaalanının en zor bölümüne giriyoruz...
İstanbul’da Atatürk Havalimanı’nda tanıdıklarından fazla zorluk çıkarmıyorlar, fakat Avrupa’da ve Amerika’da güvenlik kontrolüne girmek tam bir işkence...
Sıvı diye after shave’ine, deodorant’ına el koyuyorlar...
Aykakkabını çıkarttırıyorlar...
Kemerini, üzerinde metal olan her şeyi çıkarttırıyorlar...
Çoraplarla o kontrollere giriyorsunuz...
Teker teker çıkardıklarını bir de sonradan giymesi var...
En dertli kısmı da o...
Üç çocukla yalnız başına Amerika’da güvenlik kontrolüne girmek!..
-“Hadi hayırlısı” diyorum içimden...
THY’nin havaalanı görevlisi sağolsun bize yardımcı oluyor...
Ancak o da havaalanında çalışmasına rağmen, aynı güvenlik kontrolünden ayakkabısına kadar çıkartarak geçmek zorunda kalıyor...
MİKROFONLA GÜVENLİK ŞOV
Los Angeles Havaalanı’nda birkaç gündür yeni bir uygulama başlatılıyor...
Güvenlik görevlilerinden biri, elinde bir mikrofon saatlerce bir stand-up’çı gibi, neleri çıkarmak, neleri çıkarmamak gerektiğini, esprili bir dille anlatıyor...
Kız arkadaşından örnekler veriyor, espriler patlatıyor, resmen stand-up show yapıyor...
Yolcular, stand-up sayesinde güvenlik kontrolü esnasında gerilmiyorlar, rahat davranıyorlar...
Kimsenin stand-up show’un etkisiyle sinirlenemediğini fark ediyorum...
Amerika işte...
Her şeyi bir şov haline getirmekte usta...
Ntv’den telefonuma düşen uçak kaçırma mesajlarıyla gerildiğimden, bu kez Amerikan güvenlik görevlileri gayet sempatik geliyorlar gözüme...
-“Keşke daha fazla güvenlik kontrolü yapsalar... Sakata gelmesek...” duygusu hakim oluyor bana...
Eskiden kendimi sadece gazeteci görüyorddum...
O kadar ki “Fazla bir güvenlik önlemi olur da, yolcuları rahatsız ederler” diye hır çıkarmak için özellikle gözlerinin içine bakardım güvenlik kontrol elemanlarının...
Hayat çocuklarıyla seyahat eden babayı değiştiriyor...
-“Ne iyi kontrol etseler de bir sakata gelmesek...” diyorum içimden...
Bir zamanlar kendi canımı taşıyordum...
Şimdi üç çocuğumun canını...
Hayat böyle yeniliyor insanı...
İzci kampından dönüyoruz...
Mutluyum!..
KOSKOCA UÇAKTA YER YOK...
Artık alışıyorum...
THY uçakları seferlerinin büyük çoğunluğunu full yapıyorlar...
Dolu gidiyor, dolu geliyorlar...
Havaalanında bir Türk yolcunun yanında uçağın kalkmasını bekliyoruz...
-“THY ile mi gidiyorsunuz?..” diyor...
Önce şaka yapıyor gibi geliyor bana...
-“Hepimiz Türküz...
Birazdan Türk Hava Yolları uçağı kalkacak Los Angeles’tan... THY ile gitmeyip de Lufthansa’yla Almanya’ya mı gitmeyi bekliyeceğiz?..” diye geçiriyorum içimden...
Sanki içimden geçeni duymuş gibi;
-“Ben THY ile gidemiyorum... Uçakta yer yok... Lufthansa ile gitmek mecburiyetinde kaldım...” diyor...
-“Önce Zürih... Zürih’ten Münih, Münih’ten Ankara...
Uçakların arasında bir saat var...
Büyük ihtimalle ya Zürih’te ya Münih’te kaçıracağım aktarma uçaklardan birini...”
-“Hepsine yetişirsen ne zaman memlekette olacaksın?..” diye soruyorum...
-“Gece 23 sularında Ankara’da olurum...” diyor;
-“THY’de hiç yer yok... Kaç gündür uğraşıyorum... Bizim uçaklar hep dolu...”
Uçağa girerken yapılan kontrolde, ilginç bir olay yaşıyoruz ma-aile...
Hepimizin üstümüzdekileri ve ayakkabılarımızı çıkartıyoruz cihazlardan geçerken...
Poyraz’ın da ayakkabılarını çıkarmalarını istiyor Amerikan güvenlik görevlileri...
Ancak Mina’yı zararsız gördüklerinden mi, çok sempatik bulduklarından mı bilinmez, ondan ayakkabılarını çıkartmasını istemiyorlar...
Onun elini kolunu sallayarak geçmesine müsade ediyorlar...
Bu durum Mina’da sorun çıkartıyor...
O ayakkabısının çıkartılmamış olmasını bir jest diye değil, bir eksiklik olarak hissediyor...
-“Ben niye ayakkabımı çıkarmadan geçtim?..” diye ağlamaya başlıyor...
Bir Hello Kitty alarak ancak sakinleştirebiliyorum...
Uçakta Oscar adayı Gravity filmini seyrediyorum...
Sandra Bullock’a bir kez daha hayran kalıyorum...