Gazete Vatan Logo

Ölümü hiç görmemiştim onu tanımam mümkün değildi

Hastanede yatağa uzatılınca kendimi bıraktım, nefes verirken inlemeye başladım. Gövdem ıstırap sinyalleri veren bir istasyon haline geldi. Görüş alanım daraldı. Dünya küçüldükçe küçüldü.

Sızı değildi uzaklaşan. Ben ve canımdı. Sadece sızıdan değil her yerden ve her şeyden uzaklaşıyorduk. Yarışın bittiği yerde ğöğüslenecek ip yoktu. Ölüyordum ama bilincinde değildim.

Duraktan bir taksi çağırdım. Şoföre beni Amerikan Hastanesi'ne götürmesini söyledim. Yolda bir arkadaşımı aradım...

Işıksız Ihlamur Kasrı'nın yanından kıvrılarak Nişantaşı'na çıkan yokuşa vuran arabanın motoru kızgın bir homurtu sesi çıkardı. Hastaneye oldukça yaklaşmıştık. Araba bir köşe başında durdu.

"Buradan mı gidiliyordu?" diye sordu şoför. İlk kez konuşuyordu.

Gözlerimi açtım veya görmeye başladım. Kayıp mı olmuştuk? Kendimi, şoför gittikçe artan bir telaşla değişik yollar denerken koltuğa kayıp yavaş yavaş ölürken gördüm. Pencereden dışarı baktım. Sağlı sollu park edilmiş arabaların daralttığı loş sokaklar bomboştu. Amerikan Hastanesi'ne dönen köşebaşını hatırladım.

"Buradan."

Şoför yeniden gaza bastı. Artık gözlerimi açık tutmalıydım. Şoföre yol tarif etmem gerekebilirdi. Nişantaşı'nda kaybolmak nedeniyle ölmek, bu kadar yolu kat ettikten sonra, hem ironik hem de aptalca olacaktı. Hastaneye varmak için sağa doğru bir köşe daha dönmemiz gerekiyordu. Oraya varınca gene "Buradan" dedim ama ben sözümü bitirmeden şoför kendiliğinden o yöne döndü, hızla hastanenin önündeki yola saptı ve Acil Servis'in önünde durdu.

Şoför dışarı çıkıp bir şeyler bağırdı. Birileri kapıyı açtı. Beni bir tekerlekli iskemleye oturttular.

"Buradayım," dedi şoför. "Gitmiyorum."

"Arkadaşım gelecek," dedim. "Toria."

Kapıdan içeriye aydınlık bir koridora girdik. Bir doktor belirdi. "Göğsümde bir sızı var," dedim. "Kalp galiba."

"Yalnız mısınız?"

"Bir arkadaşım gelecek," diye tekrarladım. "Adı Toria."

"Akrabası mısınız?" diye sordu doktor şoföre.

"Hayır mahalleden müşterimiz. Ne gerekirse yaparım."

Tükenmiş gibi hissetim
Doktor bir şey söylemedi.

Beni, plastik perdeleri çekilince oda haline gelen, bir bölmeye götürdüler ve dar bir yatağın üzerine uzattılar. Göğsümde sanki önden girip arkadan çıkmış bir kargı saplı idi. O ana kadar bir ses çıkarmamak için kendimi tutmuştum. Yatağa uzatılınca kendimi bıraktım, nefes verirken inlemeye başladım. Gövdem ıstırap sinyalleri veren bir istasyon haline geldi. Görüş alanım daraldı. Dünya küçüldü. Gözlerim açık olduğu zaman çevremi sanki başımın hizasından açılan dar bir bant içerisinde görüyordum. Sızı hareketlerimi - gözleriminkileri de -minimuma indirtmişti.

Gözlerimi kapattım. Kendimi tükenmiş hissediyordum.

Yalnızlık veya tek başına olmak benim karakterim ve kaderimdi. Heraklitus'un dediği doğruydu: İnsanın karakteri ne ise kaderi odur.

Şuurum bulanmıştı
Cevap vermek gerektiğinde kelimeleri güçlükle buluyor, dudaklarımı irade zoruyla hareket ettiriyordum. O anda farkında değildim ama taksiden çıktığım andan itibaren olayların sırası aklımda birbirine karışmaya başlamıştı. Sızı, algılama yeteneğimi köreltmişti. Daha sonra bunun nedenini öğrendim: Kalbimin tıkanan damarı beynime giden kan miktarını azaltmış, şuurumun bulanmasına neden olmuştu. Bu, belki yolda gelirken olmaya başlamıştı ama hastaneye varıncaya kadar, yolculuk dışında pek fazla bir şey olmadığı için farkına varmamıştım. Artık çok şey oluyordu. Gözlerimi açamıyordum ama duyduğum seslerden etrafımda bir doktor-hemşire kalabalığının biriktiğini anladım. "Derhal ameliyat olmanız lazım," dedi tanımadığım bir erkek sesi. Başka bir doktor olmalıydı. "Sekiz-on milyar tutar. Kabul ediyor musunuz?"

Doktorun bunları söylemek için başını kulağıma yaklaştırdığını hissettim. "Ameliyattan başka çare yok mu?" diye sordum kelimeleri palamarlarından teker teker çözerek. Ne ameliyatı olacağımı söylememişti veya söylemişti de hatırlamıyorum. Doktorlar çevremde dolaşmaya başlayan ölümün farkında idiler ama ben hâlâ değildim. Hiç kimse kalp krizi kelimelerini telaffuz etmemişti, herhalde paniğe kapılabileceğim korkusu ile ve ameliyathaneden çıkıncaya kadar da etmedi. Ben hâlâ vücudumu kestirmeden sağlığına kavuşturulabilmeyi hesaplıyordum.

"Hayır," dedi aynı ses. "Müdahale şart."

"Cüzdanım cebimde," dedim.

Bir sessizlik oldu. Birilerinin cüzdanımı cebimden alıp vezneye götürmesini bekledim ama böyle bir şey olmadı. Ne bekliyorlardı. Cüzdanımı kendi elimle cebimden çıkarıp onlara vermemi mi? Yoksa vezneye gidip kredi kartı slipini imzalamamı mı?..
Toria'nın geldiğini görmeden ayak seslerini duydum. Avcunu alnıma koydu ve beni öptü.

"Toria!"

Rahat bir nefes verdim. Elinin ve dudaklarının teması bana çok uzaklarda kalan bir dünyanın tadını getirdi. Ağrıya rağmen, uyandığımdan beri ilk kez bir ferahlık duydum. Başımı kaldırıp vücuduna dayadı. Ellerinin serinliğini hissettim. Doktorlardan biri ona anlamadığım veya hatırlamadığım bir şeyler söyledi. Toria "biraz sonra döneceğim," diyerek ayrıldı.

"Üstünüzdekileri çıkarıyoruz."

Hemşire daha cümlesini bitirmeden birçok el üzerimdekileri ustaca sıyırmaya başladı. Bir el gözlüklerimi yüzümden çekti. Etrafımdaki faaliyet arttı. Gözlerimi açtım. Kime ait olduğunu göremediğim eller tekerlekli yatağımı karanlık koridorlardan hızla bir yerlere doğru götürüyorlardı. Nereye gidiyorduk? Koridorlar neden karanlıktı? Kötüleşiyordum. Toria yanımdaydı. Elini tutuyordum. Ama, düz bir ovada yavaş yavaş akan geniş bir nehrin yüzeyindeki bir yaprağın uzaklaşması gibi ondan ve çevremden uzaklaşmaya başladığımı hissettim. Beni evimden alan sızı daha önce bulunmadığım ve neresi olduğunu anlamadığım bir yere götürüyordu. Ölüyor muydum? Bu sualin cevabı yoktu. Ölümü hiç görmemiştim onun için karşılaştığımda tanımam mümkün değildi. İçimde hâlâ endişe, korku, panik gibi duygular yoktu. Sanırım, özümüzde, normal zamanlarda varlığından haberdar olmadığımız, kritik zamanlarda devreye giren bir güç saklıdır. Bu, ölümümüzü hızlandıracak bir paniğe kendini kaptırmaktan bizleri koruyor.

Nereye gidiyorduk?
Yolculuğum belirsiz bir geleceğe doğru yön değiştirmeye başladı. Kendimden geçmek üzereydim. Yanımda yürüyen Toria'ya bir şeyler söyledim ama ne dediğimi hatırlayamıyorum. Belki fazla vakti kalmadığını düşünen bir insanın çok yakını olan birine söylemek istediği son şeyleri söylüyordum. Bir kapı gürültü ile hareket halindeki yatağıma çarptı. Asansörle yukarıya çıkmaya başladık. Büyük bir süratle bir gökdelenin çok yüksek katlarına tırmanıyormuşuz gibi geldi bana, ama bu duygu yanlıştı çünkü hastane yüksek bir bina değildi. Asansörün kapısı açıldı. Gene karanlık koridorlardan süratle geçtik, başka bir yere geldik ve durduk. Gördüklerimi gene dar bir bant şeklinde görmeye başladım. Bu oda -kalp yoğun bakım bölümünde olduğumuzu daha sonra öğrendim- bir dükkan vitrini kadar bol ışıklıydı. Doktor ve hemşirelerin sadece bel kısımlarını görüyordum.

Kaç kişiydiler? Ne yapıyorlardı?

Toria'nın elini elimde hissettim.

Haberin Devamı