‘İnsan bir şey hakkında yalan söyleyebilir ama acının özü hakkında yalan söyleyemez’ der Fransız yazar Marguerite Duras, kendisiyle yapılmış bir röportajda.
***
Bugün 19 Ocak. Türkiye’nin üzerinde gezinen gölgenin biraz daha karardığı bir gün. Hrant Dink cinayeti, bu ülkede kaleme yönelik şiddetin en acı örneklerinden biri. Acı. Ve ne yazık ki hâlâ gerçek anlamda aydınlatılabilmiş değil. Halkalar sürekli birbirine ekleniyor, sonra yine dağılıyor. Hal böyle olunca sonuca ulaşmak mümkün gözükmüyor elbette. En son Dink’in öldürüldüğü zaman Trabzon’da İstihbarat Şube Müdürlüğü amirlerinden biriyle ilgili bir gelişme yaşandı. Bu kişi şu anda Cizre Emniyet Müdürlüğü’ne atanmış durumda. Kendisi İstanbul Savcılığı tarafından ifadesi alınmak üzere çağrılmış kişilerden biri. Şu durumda kafalarımızda uyanan soru işaretlerinin netleştirilmesi gerekiyor. Netleştirilmesi gerekiyor da bunu kim netleştirecek? Bunun aydınlatılabilmesi için sadece kamuoyu vicdanı değil sağlam bir hukuk sistemine de ihtiyacımız var. Ve bu hukuk sisteminin damarlarını tıkayanların bertaraf edilmesine.
Bu yaşananlardan umutlu değilim. Kaleme yönelik bu gaddarlıktan nasıl umutlu olabilirim? Olabiliriz?
Bu yazdığım kaçıncı Hrant Dink yazısı, bilemiyorum. Bu konuda yazarken hep aynı duyguyla yazıyor olmaktan utanır hale geldim. Onca insanın çabasıyla kat edilen yolların bir çırpıda başka bir noktaya savrulduğunu görmekten... Ülkemizde gazetecilerin öldürülmesi, yazılarına sansür uygulanması yeni bir şey değil. Ama buna inatla alışmamamız gerekiyor. Bu acıyı göremeyenlere, bu acının üstünü örtenlere karşı er ya da geç insanlığın kazanacağını (belki sonra yine kaybedeceğini, ama sonra yine kazanacağını, sonra yine kaybedeceğini, sonra...) usanmadan anlatmak.
***
Peki. Hrant Dink dedim ya. Bu yazıyı, inat ettim, karamsar bitirmeyeceğim. Onun Kumkapı önlerinde, kayıkta bir fotoğrafı vardır ya, onu anarak tamamlayacağım sözlerimi.
Marmara’nın ışıklı, yaz kıpırtıları. Senin başında uçtu uçacak bir yaz şapkası. Kayığın da kayık. Çocuk hayalleri gibi; sanki kağıttan ama sağlam... Bindin mi martılarınla dünyanın bir ucuna gideceksin. Git öyleyse. Akşama gel ama. Balıklar? Onlar da tıkırında. Oltana vurup vurup gidiyorlar. Sen? Keyiflisin. Anların insanı sardığı zamanki gevrek neşesi bu. İyi bu. Bu İYİ. Marmara başka bir yaz hayaline gebe kalıncaya kadar böyle kalın, böyle kal olur mu?
Biz mi? Bizi hiç sorma.