Başbakan Erdoğan konuşmasında Cemaat yapılanmasını, Selçuklu'yu yıkıma götüren Haşhaşiler'e benzetti. "Kim olursa olsun olayın aslı şu acırsanız acınacak hale gelirsiniz. Nasıl bir kokuşmuşluğun hüküm sürdüğü ortaya çıkacak. Virüs vücuda girmiş, sinsi bir şekilde yayılmış. Ancak bu bünye kendisini sinsi virüslere karşı teslim edecek kadar zayıf bir bünye değildir. Tarihte de bunu gördük. Haşhaşiler denilen örgütün devlet bünyesini nasıl ele almaya çalıştığını gördük. Bizim devletimiz böyle sızıntılara geçit vermedi, vermeyecektir." dedi.
Sabbah, İran'da Kum kentinde dünyaya gelmiştir. Eğitimlerinden sonra Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk'ün emrinde çalışmaya başlamıştır. İlerleyen zaman içerisinde değişim geçiren Hasan Sabbah, yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başlamış ve Alamut kalesini ele geçirip burayı üs haline getirmişti. Söz konusu kalede 2 bin müridinin yaşadığı söylenmektedir.
Dönemin ileri gelenlerine yönelik suikastleri işletmek için fedailerine haşhaş vererek (bu daha çok muhalifleri tarafından uydurulduğu söylense de) onların zihinlerini kontrol ettiği bilinmektedir. Bu yüzden örgütün adı Haşhaşiler olarak anılagelmiştir. Hasan Sabbah elindeki güç ile halkı Selçuklu'ya karşı kışkırttı, bu süreç devleti yıkıma götürdü.
1056 yılında, Kum'da Sabbah'ın oğlu Ahmet'in Hasan adında bir çocuğu oldu. O yıllarda İran topraklarını Büyük Selçuklu Devleti ele geçirmekteydi. Hasan, babasının inancı olan İsmaili inancına göre yetiştirildi. İsmaililiği benimseyip, İsmaili dailerinden (misyoner) eğitim aldı. Öğrenebileceği her şeyi öğrenmeye, büyük bir alim olmaya çalışıyordu. Şehirden şehire gezerek her alimin öğrencisi oldu. Yeterli bilgiye ulaşınca bir dai olarak İsmaili inancını yaymaya ve Selçuklulara karşı halkı kışkırtmaya başladı.
İyi bir İsmaili bilgini olduğu kadar, koyu bir İran milliyetçisiydi. Bu nedenle vatanını işgal eden Selçuklulardan nefret ediyor ve onları yok etmek istiyordu. Önce yandaşlarını toplayacak, güçlenecek bir kaleye gereksinimi vardı. Yandaşlarının bağışlarıyla Selçuklu hakimiyetindeki bir kaleye yerleşti.
Alamut kalesi, yüksek dağların arasındaki bir platoda bulunuyordu. Kaleye giden tek geçit vardı, o da çok dar olduğundan, kalenin doğrudan bir saldırı ile düşmesi çok zordu. Kale sınırları içinden geçen bir de akarsu bulunduğundan ve Hasan Sabbah, büyük kuyuların içinde aylarca bozulmayan yemekler saklamanın sırrını bildiğinden, kale kuşatılsa bile aylarca çok rahat dayanabilirdi. Kaleyi yapan Daylem kralları, surların arka kısmına (tek geçiş Hasan Sabbah'ın kulesinden) Eğlence amaçlı bahçeler yaptırmışlardı. Hasan Sabbah, korunaklı olmasından çok, bu özelliği için istemişti bu kaleyi. O bahçeleri cennet bahçelerine benzetecek, fedai(haşhaşi)lerini buraya göndererek onları cennette olduklarına inandıracak ve tekrar cennete göndermek karşılığında istediği her şeyi yaptıracaktı onlara.
Bahçelere gönderilmeden önce ve sonra birer uyuşturucu (haşhaş) hapı alan fedailer, oraya dönmeye çıldırırcasına isteyeceklerdi. İşte bu dayihane planı sayesinde ve kusursuz kalesinin yardımıyla Hasan Sabbah, Selçuklu'yu daha sonra da her türlü düşmanını alt edebilecekti. Kalesini aldıktan sonra yandaşlarını buraya çağırdı. Alamut'ta müzik, içki, kadın yasaktı. Kalede asker ve fedai olacak erkekler yaşıyordu yalnız. Herkes asker olabilirdi, ancak fedai olmak için diğerlerinden üstün olmak gerekliydi.
Seçilen fedai adayları, aylarca, tam gün sıkı bir eğitimden geçer, en sonunda bir sınav olurlardı, sınavı da geçenler fedai olurlardı. Eğitimleri, dayanıklılığı, gücü artırma, iyi bir savaşçı ve bilgin olmaya yönelikti. Her bakımdan donanımlı idiler. Fedai olmayı başaran gençler, bir geceliğine cennet bahçelerine gönderilirdi ve Hasan'ın cennetin anahtarlarını elinde bulunduran bir peygamber olduğuna inandırılırlardı. Sonra öldürülmesi gereken biri olunca Hasan, fedailerinden birini görevlendirir ve hedefi öldürdükten sonra kaçmayıp ölümü beklemesini emreder, cennete sonsuza kadar gideceğini vaat ederdi. Cennete giderken de, cinayeti işlerken de haşhaş alan fedai, büyük bir tutkuyla hedefi öldürürdü. İşte Hasan Sabbah'ın gücü, dönemin en güçlü devleti, Büyük Selçuklu'yu bitiren güç buydu.
Başbakan Erdoğan'ın parti grup toplantısında konuşmasında Cemaat yapılanmasını Haşhaşiler'e benzetti. Peki kim bu Haşhaşiler?
Haşhaşinler veya Haşhaşin Tarikatı 1090 yılının Eylül ayında İsmaili din adamı Hasan Sabbah tarafından kurulmuş bir dini tarikat ve siyasi bir örgüttür. Tarikat 11.yy'da İsmaililik mezhebi esaslarına dayanan Fatımiler devleti içindeki dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Bu hizipleşme sonucu ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizarilik kolunun temsilcisi olan Haşhaşin Tarikatı önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşin Tarikatı önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askeri strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşin Tarikatı ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasi ve dini çevrelerini düşman olarak görmüşlerdir. Özel olarak da Abbasi Halifeliği ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti esas düşmanları olmuşlardır. Bununla birlikte Haşhaşinlerin Haçlıları ve Moğolları hedef alan bazı saldırıları da olmuştur.
Tarihçe
İslam'daki ilk kırılma peygamber Hz. Muhammed'in vefatından sonra gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed'den sonra dini ve siyasi liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şia ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şia ise Arap olmayan muhalif müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. Böylece Şia'nın dini akideleri Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden etkilenmiştir.Şia mezhebi 765 yılında altıncı imam Cafer es-Sadık'ın ölümü sonrası yeni imamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Ilımlı gruplar Cafer'in küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On iki İmam Şiası'dır. Aşırılıkçı uç gruplar ise Cafer'in büyük oğlu İsmail'i yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup ise İsmaililik olarak adlandırılır. İslam içindeki en uç ve farklı mezhep olan İsmaililik Neo-Platoncu felsefeden etkilenen, ezoterik bir mezheptir. Öğreti açısından İslam'daki en zengin, sistematik ve felsefi mezhep olarak görülür.
İsmaililer ilk büyük başarılarını Fatımiler adlı Kuzey Afrika, Sicilya, Hicaz, Mısır'ı kontrol altında tutan bir imparatorluk kurarak kazanmışlardır. Burada Kahire adlı yeni bir şehir kuran İsmaililer El-Ezher Medresesi'ni kurup burayı dini öğretilerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi haline getirmişlerdir. Fatımilerin sekizinci halifesi El-Mustansır'ın ölümünden sonra ortaya çıkan yeni halife tartışmaları neticesinde İsmaililer iki kola ayrılmış, Fatımileri yöneten askeri diktatörlük halifenin küçük oğlu el Mustali'yi, Doğu İsmailileri ve Fatımiler'deki dini hiyerarşi ise halifenin büyük oğlu Nizar'ı halife olarak tanımışlardır. Mustali kolu Fatımiler çöktükten sonra ortadan kalkmıştır. Nizariler ise İsmaililiğin esas kolu olarak Haşhaşinler aracılığıyla devam etmiştir.[3]
Haşhaşinlerin tarihi Alamut Kalesi'nin alınmasıyla başlar. Hasan Sabbah uzun süren misyonerlik ve insan kazanma faaliyetleri sırasında Selçuklularla mücadele etmek için rahat edebileceği ulaşılmaz bir yer aramış, Deylem'de yaptığı faaliyetler sırasında Alamut Kalesi'nde karar kılmıştır. Büyük ve yüksek bir kayalık tepe üzerine inşa edilmiş olan bu kaleye sadece dar bir patikadan ulaşılmaktaydı.
Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi. Önce bölgeye dailerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:" Ve sonra Kazvin'den Alamut'a bir dai gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dainin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dai yenilgiye uğramış gibi göründü, ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler. " Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşinler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır.[4]
Haşhaşiler Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve Sencer, Berkyaruk, Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren İran Haşhaşileri Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise son liderleri Rükneddin'in Hülagü'nün isteklerine uymasıyla tüm kaleler boşaltılmış (1256 Alamut, 1258 Lemeser, 1270 Girdkuh) ve Moğollar başta Alamut olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Râşidüddin Sinan el-İsmâili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir.[5]
Hasan Sabbah'ın kurduğu Haşhaşin Tarikatı sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktadır. Tarikat kendi örgütlenmesini da've (Farsça davet) olarak adlandırmıştır. Tarikatın temsicileri "davetçiler" anlamındaki dai lerdir. Dailerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen müstecip ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen hücce yani baş dai yer almaktadır. Cezire , dainin faaliyet gösterdiği bölgedir. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dini liderlerine şeyh, pir, ata gibi ünvanlarla hitap eder. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen refik tir. Sıklıkla "fedai" olarak bilinen suikastçiler ise tarikat tarafından esasiyun olarak adlandırılmıştır.
Haberin Devamı