İşte saat saat büyük destanın yazıldığı gün!
Atatürk’ün doktorunun cephe anıları 100 yıl sonra ilk kez VATAN’da...
Atatürk’ün doktorlarından Behçet Sabit Erduran’ın cephede yazdığı günlük kitap oluyor. Doktor Behçet Sabit, büyük zaferin kazanıldığı 18 Mart 1915 gününü yoğun ateş altındaki siperde an ve an kaleme almış: “Artık bir şey görmüyorum, yalnızca şiddetli uçak gürültüleri duyuyorum. Mermiler oraya buraya düşüyor. İşte kıyametten bir gün!”
Çanakkale’de yazılan destan, Mehmetçiğe can katan sıhhiyecilerle büyüdü. O doktorlardan biri olan ve sonrasında Atatürk’ün de doktorları arasında yer alan Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’ın saklı kalmış ‘Çanakkale günlüğü’ ilk kez yayınlanıyor. Çanakkale savaşını gün gün, hatta saat saat kaydeden Erduran’ın, Tamay Açıkel tarafından hazırlanan günlüğü önümüzdeki hafta İş Kültür Yayınları’ndan kitapçıların raflarında olacak. İşte Erduran’ın gözünden 100 yıl önce bugün yaşananlar.
‘Dostun kalbine ateş’
02.00: İşte yine mukabele ve müdafaa. Ne kadar doğru söylemişler… “Denizler uyur, düşman uyumaz.” Fakat şu yiğitler ki gecenin karanlığında bile ateş saçıyorlar, ne gam!
06.10: Boğaz girişinden gürleyen iki top, sabah uykusuna çizgiyi çekti. On dakika var, yine ses yok.
09.10: Çanakkale üzerinde görünen iki uçaktan çift satıhlısı, evvelki tamimde bildirilen beyaz zemin üzerine siyah haçlı olarak, pek yükseklerden üzerimizden geçip Boğaz girişine doğru gitti. Onu da evvelki uçağımız takip etti. Tam altmış yıl önce Osmanlı Devleti’ne samimi bir dost, sadık bir müttefik suretinde uzatılan eller bugün o dostun kalbine ateşler döküyor. Kanını emmek, mahvetmek istiyor. İşte siyasetin, işte günümüz medeniyetinin gerçek yüzü!
10.10: Uçaklar bir bahar kelebeği gibi pek yükseklerden, belki beş binden şimşek hızıyla döndüler. Telefon, yedi zırhlı ve iki torpidobotun Boğaz girişine doğru ilerlediği haberini duyurdu.
‘Hava katmanları yırtıldı’
11.10: Uzaktan top sesleri işitilmeye başladı. Şimdi de Kumkale önlerinde bir gümbürtü… Boğaz girişinden bir torpidobot ve bir zırhlı göründü.
11.15: Birincisi Triumph, ikincisi Agamemnon. Üçüncü, Kumkale önünde duruyor. Dördüncü Lord Nelson ötekilere katılmak üzere. Dördü birlikte, ikişerli olarak Karanlık Liman’a doğru ilerliyorlar. (...) Karanlık Liman’a ilerleyenler Halileli’ni dövüyor.
11.30: Agamemnon yeniden Çanakkale içinde duman sütunları çıkardı. İkinci de o şekilde geçerken, ben, pansuman çadırıma gelecek düşüncesiyle geri döndüm. Dört zırhlıdan ikisi Karanlık Liman’a doğru ilerliyor. Birisi Mecidiye’ye [Rumeli Mecidiye Tabyası] ateş ediyor. Orada fırtına sesleri çıkarıyor. Birbirini takip eden mermilerin süratinden hava katmanları yırtılmaya başladı. Zırhlılar altı oldu. Mesudiye dumanlar içinde. Hain düşman, bütün lanetiyle ateş püskürüyor ve yalnız teçhizatına güveniyor.
12.35: Mecidiye de ateşe başladı; düşmanı zor durumda bıraktı. Yine yaylım ateşe devam ediyor. Off dehşet içinde döndüler. Bugüne kadar bir ay oluyor, Allah için böyle bombardıman görülmedi. Etraf alevler, gümbürtüler, dumanlar içinde.
“Kıyametten bir gün”
13.00: Sarsıntılar, gümbürtüler yeri sarsıyor, oynatıyor. Dardanos’a hücum edenlerden ikisi, tam ortadan mayın hattına yakın Kepez ile Baykuş arasındaki birleşme hattı üzerinde. Muharebenin şiddetlendiği an.
13.20: (...) Fransız zırhlısının [Bouvet], ikinci bir hamleyle dumanlar yükselen tarafı daha batmadı. Yavaş yavaş başını Mecidiye’ye çeviriyor. Hain gaddar o yarasıyla yine döndü. Son dönüşü olur inşallah! Bir mermi de bize düştü.
13.50: İki oldu. Yine evvelki yere isabet. 150 metre ileriye… İlk heyecan bizi yüksekteki bir taş yığınının yanına kadar götürdü. Yaralı olduğu haber verilen zavallı vatan evladı sedyeye konamayacak durumda diye koşup yanına gittim. Cesedine koşmuşum. Yirmi dakika önceki patlamayla yan tarafından yara alan düşmanın sulara gömüldüğünü görünce “Allah!” diye sevinçle haykırmaktan kendimi alamadım.
14.25: Beş torpidobot süratle, batan geminin sahasına koşuyor.
14.50: Ateş bütün şiddetiyle arttı. Zırhlılar ve bir dretnot içeri sokuldu. Hep Mecidiye, hep Mecidiye. Şerafettin Bey’den, Çimenlik istihkâmı cephanesinin, açıkta kalan barut hartuçlarıyla ateş aldığını işittim; içim yandı, tutuştu. Allah kahretsin artık! Mustafa Ağa’nın evinin yanına düşen mermi yüzünden çadırın yanında kalamadık. Bir toprak oyuğun içindeyiz. Artık bir şey görmüyorum, yalnızca şiddetli uçak gürültüleri. Mermiler oraya buraya düşüyor. İşte kıyametten bir gün!
‘Allah büyüktür bir Fransız’dan götürür, bir İngiliz’den’
15.40: Sıhhiye çadırının yanına düşen parça, sıhhiye onbaşılarını yukarı çıkarttı. Sahada on zırhlı ve dretnot durmadan ateş saçıyor. Bunları kaçırtan, kahraman Mecidiye ve Hamidiye olsa gerek. Uçaktan eser yok. Hainler, etkili atışları gördükçe yavaş yavaş çekiliyorlar.
16.20: Obüslerin önünde bulunan iki bacalıya [Irresistible] bir mermi isabet etti ve gemiyi dumanlara boğdu. (...) Allah büyüktür; bir Fransız’dan götürür, bir İngiliz’den.
17.10: Sahadaki sakat zırhlının yanında bir kruvazör ile Halileli önlerindeki zırhlı ve Baykuş’a doğru gelen zırhlı artık hep Rumeli obüslerine, isabet ettiremediği yerlerin tepelerine şarapnel yağdırıyor.
‘Ve Dardanos’un zaferi’
17.30: Sahadaki dört ayrı zırhlı hep obüslere ateş ediyor. Yavaşça kımıldayan ve başını Mesudiye’ye çeviren yaralı zırhlı, Mesudiye’den yediği bir mermiyle dumanlara büründü. Mesudiye bütün imanıyla ateş ediyor.
18.00: Dardanos da onu denizin dibine sokmak için ateş yağdırıyor. Günbatımının hüzünlü anları. Yaralı zırhlının kapkara dumanlar içinde silinip yok olması Mesudiye ve Dardanos’un zaferini gösteriyor.
18.50: Artık gecenin başlangıcı… Güneş sağımızdaki turunculuklarda battı. Hilalin bu ikinci gecesindeki nuru pek narin, incecik. Ne tesadüf ki gökyüzü de ateş gibi kıpkırmızı.
“Üç bin yaralıya iki üç doktor”
Doktor Behçet Sabit, 29 nisan’daki büyük kara taarruzu sırasında da olanları günlüğüne işliyor:
29 Nisan 1915
04.15: (...) Yağmur yağıyor, çok üşüten, sert bir poyraz esiyor. Yaralı taşıyan arabaları, yaya kafilelerini geçip esintiler, top gürültüleri arasında yarım saat süren bir yolculuktan sonra denilen yere geldik. İki üç doktorla üç bin yaralıya yetişmeye çalışmanın, tıp adına olmasa bir cinnet, bir cinayet sayılacağı, İstanbul’a yazılmıştı. Yine değişen bir şey yok. Her şeyin bir sınırı vardır. Bu durum bütün sınırları aştı.
16.05: Arıburnu önlerinde iki tane nakliyenin balıksırtı gibi yattığını görüyorum. Mutluyum. Sahada gördüğüm on iki zırhlının, on iki gaddar canavarın sarsıntıları, iniltileri devam ediyor. Allah yardımcımız olsun.