İki milyon dolara film yapıyorlar. Bu parayı nasıl buluyorlar aklım ermiyor (2)
70'lerin ortasından itibaren 60'a yakın filme imza atan yönetmen Ümit Efekan, genç kuşak yönetmen ve oyuncuların "Yeşilçam'dan enkaz devraldık" sözlerine kızgın. Efekan, "Film çekecek milyon dolarları buldukları için onları tebrik etmek lazım. Bu ilişkiler, bizim dönemin yönetmenlerinin hamurunda yok" diyor...
* Dönem değişiyor, yeni insanlar, yeni ilişkiler ortaya çıkıyor. "Bunlar olmasın" mı diyorsun?
Ben sadece bizim insanımız bu ilişkileri götüremez diyorum. "Bize para verin" diyemeyiz, film çekeceğiz diye sponsor peşinde koşamayız. Geçenlerde Siyaset Meydanı'nda izledim. Yıldız Kenter, tiyatrosuna sponsor olması için birine gitmiş. "Ben aslında tiyatroya gitmem ama size parayı vereyim" demiş adam. Sanki "Al parayı git başımdan" diyor. Bu ne acı bir şey. Yıldız Kenter'e Atıf Yılmaz'a bu paraları vermiyorlar. Bunlar bana tuhaf geliyor. Biz televizyonlara çıkıp ortalarda görünmeyi sevmiyoruz. Bu insanlar sadece filmini yapıp köşelerine çekilirdi. Mesela Zeki Ökten'i, Türkiye'nin en büyük filmlerini çeken Metin Erksan'ı görebilir misin bir yerde? "Benim filmim çıktı haydi gelin" diye gazete gazete, kanal kanal dolaşmak bizim kuşağın işi değil.
* Ama sonuçta onlar iki milyon doları buluyor, Atıf ağabey bulamıyor...
Atıf Abi filminin reklamını yapamıyor, aniden filmin oyuncusu Nurgül Yeşilçay ortaya çıkıyor "Mankenler arasında da eğreti gelinler var" diyor. Neden? Tartışma çıksın, filmin adı geçsin diye. Türkiyenin en büyük yönetmenleri oturacak, ilk filmini çeken biri iki milyon dolarla işe başlayacak..
'Artık yönetmenler trafik memuru gibi"
* Eski Türk sinemasının etik değerleri tamamen değişti diyorsun...
Aynen onu söylüyorum. Tayfun Güneyer'i bir televizyon programında gördüm. Aynı gece birkaç saat sonra Siyaset Meydanı'ndaydı.
* Ve yine diyorsun ki bunlar eski dönemi enkaz olarak değerlendiriyorlar ama onlardan hiçbir şey kapmamışlar...
Evet. Enkaz dediğin şeyin içine girdiğin zaman pırıl pırıl duruyor o bina. Ben sana Türk sinemasından yüz tane baba gibi film sayarım bir çırpıda.
* Zaten 60'ını sen çekmişsin...
Hayır, hiç öyle demiyorum. Benim filmlerim içinde en çok 10 tanesi gönlüme yakındır. Bu filmleri yaparken arada beş altı tane ticari film yapıyorduk. Sonra istediğimiz hikâyeyi götürerek bir filmi zorla koparıyorduk. Keşke 60 değil 10 tane film çekseydim. Ama mecburduk. Çünkü bizim işimiz sinema. Başka bir gelir kaynağımız yok ki? Bu nedenle bir enkaz bırakmadık biz. Şartların getirdiği sıkıntıları da
beraberinde yaşadık. Kısaca tek film çekerek ortalıkta
yönetmen olarak dolaşmanın bir anlamı yok.
* Nasıl yok? Tek film çekerek ortalıkta dolaşmanın bal gibi anlamı var...
Tek film çekerek geçmişteki insanları yok saymanın anlamı yok diyorum. Tek film çekmekle sinemacı olunmaz. Yılmaz Güney'e bak. Atıf Yılmaz'ın asistanı. Atıf Yılmaz Semih Evin'in asistanı. Bu iş yılların birikimini ister.
* Ama herkesin bir ilk filmi var.
Böyle damdan düşer gibi yok. İşte o zaman köklerini de inkâr etmeye başlarsın. Fatma Girik'le iki sene süren bir dizi çektim. Kadın iki sene o diziden başka bir şey düşünmedi. Onunla yattı onunla kalktı. Maraton koşuculuğuna hazır değiller şimdikiler. Birkaç tane işi birarada götürüyorlar. Yönetmen de onların gidiş geliş saatlerini ayarlayan trafik memuruna dönüyor. Kadir İnanır'la "Kırık Ayna" diye bir film çektim. Her sabah saat sekizde herkesten önce sete gelirdi. Şimdi "dokuzda gel" diyorsun, "o saatte kalkılır mı" diyorlar. Öğleden sonra sete gelenler var. Orada beklettikleri sinemanın insanları. Tabii hepsi için söylemiyorum ama genellikle böyle. Ama ne oluyor? Bu hızlı çarkın içinde öğütülüp gidiyorlar. Sinemadan gelmiş insanlar ise hâlâ burada. "Hep geçmişe öykünüyorsun" diyeceksin ama ben o aile ortamını özlüyorum.
* Sözlerinden şu çıkıyor. O zaman kendi içinizde bir kabileydiniz, şimdi şehrin ortasındaki bir cangıla düştünüz...
Öyle. Bu cangılda sıkı vuran kazanıyor. Şimdi kamera arkası insanlarıyla ilgili bir senaryo yazdırıyorum.
* Şimdiden bir sponsor aramaya başlasan iyi olur!