Hayattan ölüme farkında olmadan akmaya başladım
'Bir zeytinyağı ırmağı gibi sessiz yavaş ve kayarak hayattan ölüme doğru akıyordum'
Toria'nın elini elimde hissettim. Göğüs ve kollarımdaki sızı azalıyordu. Düzeliyor muydum? "Bunu ona söylemeliyim, ona iyi bir haber vermeliyim" diye düşündüm. Toria'yı hastaneye çağırıp başıma gelmekte olanlara ortak etmekteki bencilliğim, onu yatağımın kenarında ilk gördüğüm andan beri beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ama sızının geri dönmemek üzere geçtiğine emin olmadığım için bocaladım. Taş yarasa geri dönüp yeniden göğsüme oturursa Toria'yı hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.
Uzaklaşan bendim
Söyleyip söylememe kararını erteleyip, konuşmaya hazırlık olmak üzere, kelime dağarcığımdan zahmetle, yavaş yavaş kelime seçmeye başladım. Düşünme yeteneğim iyice zayıflamıştı. Cümlelerimi eskisi kadar kolay hazırlayamıyordum. Kelimeler ağzımda birer çakıl taşı gibiydi. Konuşmak için onları dilimle teker teker ağzımdan dışarı ittim.
Sızım azalıyor. Çünkü yanımdasın ve elimi tutuyorsun.
Sızı azalmaya, daha doğrusu akıp gitmeye devam ediyordu. Ses çıkarmadan ve sanki hiç enerji sarfetmeden akan geniş bir ırmağın yüzünde giden bir yaprak ona kıyıdan bakan bir insandan nasıl uzaklaşırsa sızı da benden o şekilde uzaklaşıyordu.
Hayır bu doğru değil.
Uzaklaşan sızı değildi. Ben ve canımdı uzaklaşan ve sadece sızıdan değil her şeyden ve her yerden uzaklaşıyorduk. Kıyıdan, uzaklaşan yaprağa bakıyor değildim. Uzaklaşan yaprağın kendisiydim. Yaprak uzaklaştığı kıyıya bakıyordu.
Yarışın bittiği yerde göğüslenecek ip yoktu. Ölüyordum ama bunun bilincinde değildim. Çünkü hayatla ölümü birbirinden ayıran bir çizgi yoktur. Nasıl uyku ile uyanıklık arasında bir sınır yoksa, uyanık olma halinden uykuda olmaya sezilmeden geçilirse, yaşamdan ölüme de sezilmeden geçilir. Beyin "bak, şimdi uyumaya başlıyorsun," demediği gibi "şimdi ölüyorsun, bak kalbin durdu, son nefesini verdin, damarlarında kanının dolaşımı yavaşladı ve az sonra duracak," da demez.
Bana demedi.
Uyku uyanıklığa ait olmadığı gibi, ölüm de yaşama ait depdir.
Ölüm tahmin edilenin, korkulanın, farzedilenin tam tersiydi. En şaşırtıcı olan harikuladeliği idi. Ölmek kelimelerle tarif edilmesi mümkün olmayan bir zevki tatmaktı. Kalbimin durduğunu farketmemiştim. Kalbim ile birlikte diğer gövde fonksiyonlarımın - soluk alıp vermek ve kan dolaşımı - durduğunu da hissetmedim. Beynim damarlarında stop eden kanın içindeki oksijenle beslenmeye devam ediyordu ama, kısa bir süre sonra, kasasını kaldırıp içindeki kumu düzenli bir tepe halinde yere yığmakta olan bir kamyon gibi, içindekileri, anılarım dahil, boşaltmaya başlayacaktı.
Kalbim durdu ama...
Bir zeytinyağı ırmağı gibi sessiz, yavaş ve kayarak - ve hiç farkında olmadan - hayattan ölüme, veya ölümün başlangıcından sonuna doğru akmaya başladım. Şöyle bir şey oldu: Çok tedrici bir biçimde, nehirle birlikte akan o yaprak gibi, gövdemden ve bulunduğum yerden uzaklaştım. Fakat, bu uzaklaşıyor olmayı bir uzaklaşma olarak algılamadım. Hiçbir şey olarak algılamadım. Birdenbire, orada ve yaşıyor olma durumundan, orada değil ve yaşamıyor olma durumuna, geçtim. Kalbim durdu ama varlığım - ben olma halim -sona ermedi. Bilinmeyen bir boyutta, başka bir bilinç düzeyinde "yaşamaya" devam ettim.