Kalabalıklara güven vermenin 5 yolu!

İyi bir eğitiminiz, parlak fikirleriniz olabilir. Ancak sadece duruş, ses ve sunumuz iyiyse, gerçek bir lider olursunuz.

Harvard Business Review’ın bir makalesi geçti elime. CEO’ların yaptığı sunumları incelemiş. Yönetim kurulundakilerin, konuşan kişi ile ilgili kanaatini (yeterlilik ve güvenirlilik) 30 saniyede edindiklerini söylüyor. Yani ağzınızı açtığınız andan itibaren karşınızdakileri etkilemek için 30 saniyeniz var. Bu durumda işte size 5 tavsiye. Kulağınıza küpe olsun.
- Diğerlerinden yüzde 25 şık giyinin. Öğrenciyken babamın iş yerine gittiğimde, daha görür görmez “Git tıraş ol öyle gel” derdi, şık ve temiz görünmem için. Aynı şeyi çalışma hayatımda bir patrondan da işitmiştim: “İş görüşmesine gelenlerin ilk ayağına bakarım. Ayakkabıları boyalı ise o gencin işe saygısı vardır.” İster kızın ister kızmayın, kişinin kılık kıyafeti ilk izlenimde önemlidir. John Hopkins Üniversitesi’ne göre, bir görüşme odasında bulunanlardan birazcık da olsa iyi giyinmek, sizi diğerlerinin önüne geçiriyor. Üniversite “birazcık” ifadesini, yüzde 25 olarak belirlemiş. 150 yıl öncesinin İngilteresi’nde bir değiş vardır, “No brown in town” diye.. Nereden çıktığını söyleyeyim. Makamında purosunu tüttüren dönemin İngiliz başbakanına “Efendim sizi dışarıda bir saattir bekleyen kahverengi takım elbiseli bir beyefendi var” der sekreteri. Başbakan kadına dönerek “Beklesin şekerim! Kahverengi takım giyiyorsa zaten bir beyefendi değildir” diye cevap verir. O yıllarda resmi görüşmelerde sadece siyah ve lacivert takım uygundu.
- Konuşma hızınızı ayarlayın. Hitap tabii ki önemli. TED konuşmalarının tanıdık siması, insan hakları savunucusu Bryan Stevenson, kalabalığa yüz yüze hitap ederken, “Dakikada 190 kelimeyi geçmeyin” diyor. Bu ne demek derseniz? “Bir akşam yemeğinde arkadaşlarınıza bir şey anlatırkenki konuşma hızı” diye açıklıyor ABD’li ünlü avukat. Ancak video konferans yapıyorsanız ya da seyirci sadece sesinizi duyup, el kol hareketlerinizi görmeyecekse o zaman, daha yavaş konuşmanız gerekiyor. Birçok sesli kitapta olduğu gibi, dakikada 120 kelimeyi geçmeyir. Hele ki dakikada 220 kelime konuşan biriyseniz, kimsenin karşısına çıkmayın.
- Kısa cümleler kurun. Bu, gazeteciliğe başlayan hemen herkeste eksik olan, bize de saç baş yolduran, üzerinde çalışılması gereken ve zaman alan bir yetenek. Demek ki, liderlik için de gerekliymiş. Zaten oldum olası ağdalı cümleler kuramadığım gibi, entelektüellik adına hiçbir şey anlaşılmayan köşe yazılarını çözmeye çalışmaktan da nefret etmişimdir. Nobel ödüllü psikiyatr Daniel Kahneman diyor ki: Eğer size değer verilsin, güvenilir ve zeki olduğunuza hükmedilsin istiyorsanız, karmaşık cümleler kurmayın, basit ifadeler saygınlık kazandırır. Nobelli bilim adamına göre, ağdalı ve karmaşık dil kullanmak sahnede kişiyi ahmak gösteriyor. Hatta, “Üçüncü sınıf öğrencileri-nin okuyup anlayacağı düzeyde konuşun” diye de eklemiş.
- Birileriyle önceden çalışın. Olimpik atletler üzerinde çalışan nöro fizyoloji uzmanları, stres altında idman yapmanın başarıyı getirdiğini fark etmiş. Başka bir deyişle, yapacağınız sunumdan önce evde tek başına çalışmak yerine, birkaç kişiyi, eşinizi, çalışma arkadaşlarını önünüze oturtup, konuşmanızı onlara da okuyun. Bu bile sizde stres hormonunu tetikleyerek, gerçek sunum anında, baskı altında başarılı bir konuşma yapmanızı sağlayacak.
- Açık el hareketleriniz olmalı. Muhattabınıza itici gelen vücut hareketleri sizi başarısız kılar. Derin düşünürlerin, karmaşık vücut dili vardır. Örneğin kollarınızı önde kavuşturmayın, ellerinizi kenetlemeyin, konuşurken cebinize sokmayın ya da hareketsiz yanlarda tutmayın. Vücut dili uzmanlarının söylediği tek bir şey var: “Açık duruş” yapın. Yukarıdakilerin hepsi kapalı duruş örnekleriydi. Açık duruş; konuşurken her iki elin avuçlarının havaya bakacak şekilde, dirsekten yukarıda olmasıdır. Kürsüden konuşmayın. Kürsü, seyirci ile aranıza bir mesafe koyuyorsunuz anlamı taşır. Mümkünse notlarınızdan uzaklaşarak, sahnenin tamamını kullanarak konuşun. İşe yeni başlayanlara anlattığım bir hikayeyle bitireyim:
Şirketin emektar müdürü, patronun odasındaymış. Gençlere daha fazla imkan verilmesinden yakınıyormuş. Derken, caddeden bir patlama sesi yükselmiş. Patron telaşla müdüre “Bir bak, ne olmuş” demiş. Müdür hızla çıkıp dönmüş, bir kamyonun lastiğinin patladığını söylemiş. Patron “Ne kamyonuymuş” diye sormuş. Müdür tekrar çıkıp geri gelerek, “Çimento taşıyormuş.” Patron tatmin olmamış “Peki ne zaman tamir olacakmış?” Müdür yine koşturup “Yedek lastiği yokmuş, söküp tamirciye götürüyor” diye geri gelmiş.
Tam o sırada genç müdür yardımcısı, evrak imzalatmak için odaya girmiş. Patron ona da biraz önceki gürültünün sebebini sormuş. Genç müdür yardımcısı hızla çıkıp, birkaç dakikaya kapıda belirmiş; “Efendim; çimento kamyonu, Eskişehir’e gidiyor, lastiği patlamış, yedeği yok, tamirciye götürmüş. Yarım saate kadar yola çıkabileceklermiş. Şoför tecrübeli, adı Ali Rıza...
Patron, emektar müdüre dönerek: Gördün mü, işte fark bu!

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR