Berkin için üzülmenin soruları
Berkin Elvan'ın ölümü Türkiye'yi yasa boğdu. Köşe yazarları, gazete manşetleri Berkin ile doldu. Bunlardan biri de Dünya gazetesinden Cihan Aktaş oldu. İşte Aktaş'ın o yazısı...
Berkin için üzülmenin soruları
“Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan”, diye hatırlatıyor bir İsmet Özel şiiri. Hayata, siyasete bakışımı özetleyen bir mısra bu. Çocuklarımızın elinden hayat haklarını alıyorsak, geriye kalan başarılar sönükleşiyor gözümde. Çocuk, büyümeye çalışırken yetişkinliğimizi sınamaya çağıran, böylelikle bizi sorumlu olmaya zorlayan sahici soruların kaynağı.
Berkin’in ölümünün ardından yazılanlara bakıyorum: Ekmek almaya gitmiyor, polise taş atıyordu, şeklinde bir suçlama öne çıkıyor.
Çocuk oyunları ve oyuncakları, büyüklere öykünmelerin kurguları değil mi... Sadece şiddet sahneleri yer alıyorsa etraflarında ve acı çığlıkları, oyunlarını nasıl biçimlendirmelerini bekliyoruz... Oyun ne zaman suça dönüşüyor, suç ne zaman oyunu kendine ait bir araca dönüştürüyor... Çocuklara futbolu ve bilgisayar oyunlarını bile unutturacak kadar ciddi bir bildirim bu: “Ben buradayım, duymak istemesen de. Ben sana duymak istemeyeceğin bir sesle kendimi bildireceğim!”
Belki hiç bildiğimizi sandığımız gibi değil, sahiden inanılan bir oyun tanığı olduğumuz, tehlikesinin ayırtına varılmaması için bütün şartlar oluşturulmuş bir kurgu. Ve bu şiddetinin sonuçlarına uzak kalınan oyun, bilgisayar oyunlarının mekânlarıyla kısıtlanmayan çocuklara kendini dayatan bir şey. Yeşil alanların, oyun alanlarının bırakılmadığı bir şehirde, Berkin için bırakılan oyun ya da eyleme alanı ve biçimi hangi seçenekleri sunuyor? Nasıl bir hayat yaşıyor olursa olsun, camları taşlamasın, yoldan geçen otobüsün ve trenin pencereden görünen yolcularına taş atacak yerde el sallasın, bir Pollyanna gibi baksın hayata ki bizim hayat ve siyaset kurgumuz bozulmasın; bunu bekliyoruz o çocuktan. Zihninde oluşan haksızlık algısıyla ilgili soruları onunla açılan bir yaradan önce ve sonra kim, kimler paylaştı?
Yine de öyle oyun olmaz, diyoruz. Olmamalı, doğru. Fakat güya yetişkin, rehber, öğreten konumunda olan bizleriz. Hayatı olabildiğince yaşamış olan da… Meydanlar karışıyor, polis şiddetine maruz gençlerin Alevi kimliği öne çıkıyor. Berkin bunu kendisine nasıl açıklayacak? Kusuru kendimizde arayalım biz önce. O çocukların maruz kaldığı “çelişkili komutlar ağı”nı hatırlayalım...
***
Rene Girard’a göre, çocuğu maruz kaldığı çifte açmazın yakıcı etkilerinden koruyacak olan, enerjileri ayinsel biçimlere ve ayin geleneğinin değerlendirdiği etkinliklere kanalize edebilme gücüne sahip bir kültürel düzendir. Bu kültürel düzenin dokusunun işlevini yitirmesi, kendini yenileyememesi ya da, çifte açmaza sebep olan kargaşanın önünü açıyor. Şiddet oyunlaşıyor o zaman, oyun şiddetli bir içerik kazanıyor.
Sözde “tevhidi tedrisat” kanunumuz var, fakat bölünmeye, dağılmaya zorluyor eğitimimiz. Güya “ulusal” eğitimimiz, ancak –kaçınılmaz olarak- kutuplaşmaya sevk ediyor içeriği. (Ulusçuluk eken faşizm biçecektir nihayet.) Demokrasimiz ise tarafgirlik siyasetinin ötesinde bir mevcudiyet kazanamayacak bir nahiflikte görülüyor, onca darbenin ardından.
Sanki Berkin’e hangi varoluş alanları sunduk? Diyelim ki Alevi bir ailenin çocuğu olarak gündeminde bulunduğunu tahmin edebileceğimiz, Cemevleri tartışmasını hakkaniyet duygusunu incitmeyecek şekilde kavramasına yardımcı olduğumuz söylenebilir mi?
Zamanında sarf edilmiş hakkaniyetli bir cümle ne kadar önemli! Roboski’de, Gezi’de, Hatay’da zamanında sarf edilmiş acıyı paylaşan, onaran, bölmeye değil bütünlemeye sevk eden cümleler kurulmamış olması ne büyük eksiklik. Birkaç sıcak samimi cümleyle onarılacak yaraların sırf güçlü devlet imajı adına kanamaya terki nelere mal oluyor, bakınız.
Evlat acısı karşısında ahkâm kesilmez. Yasa zor konulmaz. Fakat sırf bu nedene yaslanan bir suskunluk da yaslı aileyi rencide edebilir. Aile ne bekliyor olabilirdi? Roboskili aileler neyi beklediyse onu: Gecikmemiş samimi bir açıklama.
Wagner’in daha önce de alıntıladığım cümlesi çok açıklayıcı: “Yara ancak onu açan mızrak tarafından iyileştirir.” Kaldı ki her bağlam kendi eleştirisini geliştirmeli. İslami kesimin, paradigmatik zaafları ve sorunlarını sahiplenmelerine hiç de gerek duymamaları beklenilecek bir devlet diliyle konuşacak yerde, bu dilin zaaflarını sorgulayıp değiştirecek Müslümanca bir duyarlık ve yaklaşımla konuşması zaruridir, her şeyden önce. Bunun güncel anlamı şöyle açılabilir: İslami kesim sanki sadece kendi dava gündeminde yer bulmuş Müslümanların başına gelenler için üzülür, özür diler, acı duyar. Roboski, ardından Gezi ölümleri karşısında devlet refleksiyle oluşturulan söylemle hemhal olma manzarası, bu kanaati güçlendiriyor. O zaman da İslamcı, sağın üç halinden biri olarak, ancak kendinden bildiğinin acısıyla ilgilenen, siyaset yorumlarında kusur bulmamak için teknolojik hamleleri ve teknolojinin ışıltısını öne süren bir “kendici” tipe dönüşüyor.
****
Bir de şu var: Berkin için üzüntümü bildiren bir tweet yazıyorum: Polis şiddetine maruz kalmış çocuğun yazgısı sadece bir siyasi kesimi ilgilendirirmiş gibi, acı duyma yeteneği birilerinin tekelindeymiş gibi bir sorgulama başlıyor.
Kutuplaşma siyasetine karşı olduğumu, Başbakan Erdoğan’ın Gezi eylemleri sırasındaki söylemlerini de eleştirerek defalarca yazdım. Ancak bu Berkin’in acısını tekeline almış kimilerine hiç yeterli gelmiyor. Çünkü klasik tarafgirlik üzerinden yargıda bulunmak büyük bir zihin konforu. İşte bu noktada birilerinin bir acı piyasası kurgulayıp tekellerine almaya çalıştığı izlenimini de ediniyor insan.
Peki, bu durumda ne olacak? Bizim ortak bir kamumuz, ortak acılarımız, yasımız, bayramlarımız sevinçlerimiz olmayacak mı? Bir futbol maçı heyecanı dışında, ortak bir heyecanı paylaşamayan bir topluma dönüşüyoruz. Belki de hep öyleydik, kimbilir? Belki de bizi donuk birer kitle halinde isteyen, sahici varlığımızla ortaya çıkmamıza izin vermemek için kurgulara başvuran devlet paradigması ve kamusal alanı yüzünden birbirimizle asla sahici sesimizle konuşmadık, asla gerçek varlığımızla görmedik simalarımızı, o nedenle de işte bunu yapmaya çalıştığımız bir aşamada, çoklu karşılaşmaların, söyleşilerin gereklerine icabette zorlanıyoruz.
Bir çocuğun polis şiddetine kurban edilmesi işte bu sorular üzerine düşündürmüyorsa, sıklıkla kullanılan “vicdan” çoktan kuru bir kelimeden ibaret kalmış demektir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Dünya Bülteni'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.