Gazete Vatan Logo
Magazin'Senaryo tek başına başrol gibi'

'Senaryo tek başına başrol gibi'

'Silsile' filminin 3 oyuncusundan samimi açıklamalar..

'Senaryo tek başına başrol gibi'

Tardu Flordun, İlker Kaleli ve Nehir Erdoğan ‘Silsile’ ile karşımıza çıktı. Film, Karaköy’de gece vakti başlayıp, sabaha kadar uzanan olaylar zincirini anlatıyor.

Ozan Açıktan’ın yazıp yönettiği ‘Silsile’, Karaköy’de güzel başlayan bir gecenin ardından yaşanan dostluk, aşk ve suç ilişkisini konu alıyor. Oyuncular Tardu Flordun, İlker Kaleli ve Nehir Erdoğan’la filmi konuştuk.

İzleyiciler ‘Silsile’yi oldukça farklı buldu. Sizce neden?

İlker Kaleli: Bu hikayeyi, bir arkadaş ortamında “Başıma böyle bir şey geldi” diye anlatabilirsiniz ama önemli olan nasıl anlattığınızdır. Ozan (Açıktan) bu şekilde anlatıyor. Akıcılığı, hızı, gerçek hayatla olan benzerliği, işleniş biçimi farklı kılıyor. Avantajımız, Karaköy’de tek bir mekanda çekilmesiydi.

Nehir Erdoğan: Her izleyen göz, kendine göre farklar yaşayacaktır. Kendi adıma, sıralı çektiğimiz için o anlara daha rahat teslim oldum. Bizden önce senaryo tek başına, başrol gibi devam ediyor.

Senaryoyu ilk elinize aldığınızda sizi heyecanlandıran ne oldu?

N.E: Ben bir uçak yolculuğu sırasında okudum, rüzgar gibi bir şey içimde dolaştı. Teknik şeyler de söyleyebilirim; Cem Akaş’ın hikayesi, Ozan Açıktan senaryosunun olması, gerçekliği, çarpıcılığı... Ama bunların dışında, ben Ece’nin yolculuğunu anlamak istiyordum. Bir de Ozan’la arkadaş olmak istiyordum; hepsi oldu.

İ.K: Ben ilk okuduğumda çok flu gelmişti bana Cenk. Faruk, tuttuğunu kopartan biri, pırıltılı dünyaya ait olmak istiyor. Ece, zaten pırıltılı dünyada olan, şıkır şıkır bir kadın. Cenk ise, pırıltılı dünyaya ait değil, daha her şeyi zihninde yaşıyor. Bir kırılma anından sonra “Ben de burdayım, içindeyim” diyebiliyor.

Tardu Flordun: Bu film bana katkısı en başta Ozan gibi bir insanı tanımak oldu. İlker, Nehir bütün ekip... Çok güzel insanlar kazandım. Çekimler tuhaf bir döneme denk geliyordu, gezi olayları vs. Öyle baskı ve sıkıntılar altında, üç haftada bir film yaptık ve bir kere olsun sete giderken ayağım geri geri gitmedi. İşte o ekip ruhunu yakalamak gerçekten çok zor. Ozan’la karakterlerimiz üzerine de bayağı konuştuk. Tek boyuttan sıyrılmış karakterler yaratmaya çalıştık. Gişesi ne olur bilemeyiz ama iyi bir şey sunduğumuzu inanıyoruz, umarım layığını bulur.



Güven duygusu önemli

Filmde dostluk kavramı, bugünün ilişkilerine göndermeler var. Sizce dostluk nerede biter?

T.F.: Milyon tane kriter sayilabilir... Güven duygusunu yüzde 100 sağlayabildiğiniz zaman dostluklar da, aşklar da devam eder bence.

N.E: Benim bitmiyor dostluklarım. Başlangıçlarda fena değilim, bitişlere gerek yok gibi geliyor. Zaman zaman bazı insanlarla daha az görüştüğüm dönemlere girebiliyorum ama onun dışında her zaman iyidir dostluklar...

Hele hele eski dostlar çok konforlu...

Yanında karnınız da guruldayabiliyor ya da bıraktığınız yerden, hiç konuşmadan da devam edebilirsiniz.

İ.K: Şehir hayatında artık dostluk dediğimiz şey, hayat şartlarının insanları bir araya getirip, o şartlar içinde bir samimiyet yakalaması anlamında kullanılır oldu. Dostluklar ciddi bir olay başımıza geldiği zaman sorgulanır hale geldi. Zaten her şey yolundayken kimse sorgulamaz ki samimiyeti...

N.E: İletişim çağındayız ama çok az iletişim kurabiliyoruz. Garip bir ironi. Bu aşk ilişkilerinde de böyle. Görünenden çok görünmeyene bakmayı hatırlamadıkça bu problem devam edecek gibi. Aslında keşke kalpler konuşsa ya... Çok akılla başlıyoruz her şeye çok akılla devam ediyor. Şehir hayatı da bunu destekliyor. İstanbul’da çok yalnızız aslında...

TARDU FLORDUN: HER İŞİ YAPAYIM DERSEN OTLAŞIYORSUN

Dizilere ara mı verdiniz?

Ben tiyatro yapıyorum (Kim Korkar Hain Kurttan?), bir de sinema filmi yaptım işte.

Dizi de yapayım, sinema da yapayım derseniz hepsinden yüzde 100 performans beklemek çok saçma olur. Yat, kalk, sete git, e güzel para birikiyor da, ben otlaşıyorum... Paranı biriktireceksin, sonra bir-iki sene ara vereceksin, besleneceksin. Sonra denk gelirse yeni bir şey yapacaksın. Ben dizi yaptığım zaman ne sinema izleyebiliyordum, ne kitap okuyabiliyordum. Ama bir çok insanla tanışıyoruz, belki adam gelmiş 40-50 yaşına ilk defa sinemaya gidiyor. Bir de diziler var. Biz böyle bir ülkeyiz aslında. Biz zannediyoruz ki, hayat Bebek’ten, Etiler’den, Karaköy’den ibaret.

NEHİR ERDOĞAN: PARİS BANA İYİ GELDİ

Uzun bir süredir Paris’teydiniz...

Evet, iki yıl oldu. Fransızca öğreniyorum.

Orada nasıl bir hayatınız var?

21 metrekare bir odada yaşıyorum. Çamaşır ve bulaşık makinem yok. Günlük işlerimi yapıyorum, Sorbonne Üniversitesi’nin dil kursuna devam ediyorum, sevdiğim sergileri görmeye çalışıyorum, film izliyorum, kitap okuyorum... Kitap okumayı çok unutmuştum bu hayatın içinde. Bunlara dönmek vaktimi aldı. Koca bir zamanda ne yapacağımı bilmez durduğumu hatırlıyorum... Zaman içerisinde kendiliğinden dengelendi. Orası bana iyi geldi ve iyi de geliyor.

İlker Kaleli: Oyuncu gerçekliğini diziler üzerine kurmamalı

Sizin için dizi oyunculuğu ne ifade ediyor?

Oyunculuk oyunculuktur ama diziler sonuçta kar amacıyla yapılan projeler. İyi var, kötü dizi var onu tartışmıyorum. Diziler çok çabuk insanı popülerleştirip, çok çabuk da o popülerliği elinden alabilen bir şey. Oyuncu kendi gerçekliğini, televizyon ve dizi popüleritesi üzerine kurmamalı. Yoksa çok üzülür... Oyuncuların dizilerde oynamalarının en büyük sebebi, maddi olarak özgürleşmeleri.

(Milliyet / SENEM AYDIN)

Haberin Devamı